Aslan, ormanda yaşayan hayvanları toplantıya çağırır ve “Her gün değişik bir hayvan yemek isti-yorum. Aranızda anlaşın ve o günkü yemeğimi geç kalmadan bana gönderin” der. Tavşana sıra geldiğinde, biraz geç kalır, isteksiz ve çaresiz seke seke aslanın huzuruna gelir. Açlıktan deliye dönen aslan birden bire kükrer, “Nerede kaldın, neden geç kaldın?” Tavşan, terlerini siler, boynunu büker ama maksa-dı kendini yedirmemektir. Başlar anlatmaya; “Efendim, ben saygıda kusur etmedim, sabah erken yola çıktım ama bir başka aslan benim yolumu kesti, elinden kurtuluncaya kadar neler çektim bilemezsiniz...” Aslan daha fazla öfkelenmiştir, “Kim bu küstah? Bu ormanda yalnız benim hükmüm sürer, kimmiş o çabuk söyle...” Tavşan durumdan memnun hep öteki aslanı över, böylece aslanın haysiyetini, nefsini gıcıklar. Aslan dayanamaz. “Düş önüme, göster bu alçağı” der ve yola koyulurlar. Tavşan, aslanı bir kuyunun başına getirir… “İşte sultanım, rakibiniz bu kuyunun içinde. Bakınız nasıl da kurulmuş size bakıyor.” Aslan hırsla kuyunun içine bakar, sudaki aksini görür ve hırlamaya başlar, kuyudaki aksi de hırlama-ya başlar. Tavşan fırsatı kaçırmaz, “Görüyor musun efendim, size nasıl meydan okuyor.” Aslan büsbütün hiddetlenir, gözleri döner, “Bu alemde iki sultan olamaz, parçalamalıyım onu” diye mırıldanır. Ardından da tüm hışmı ile kuyuya at-lar. Tavşan için mutlu sona gelinmiştir. Şimdilerde seke seke oynuyor ve bütün hayvanlara kurtuluşunu müjdeliyor… Evet, bu günkü kıssamız da bu… “Dünyanın kralı benim, başka kral tanımam” saplantısına kapılıp, kibirden burnunun ucunu göremez duruma gelenlerin, elbet bir gün kıssadaki Aslanın durumuna düşmeleri kaçınılmazdır. Kibrin sonu yok...