8.02.2025 17:33:00

Bedîuzzaman’a Göre Yahudilik Ve Yahudiler

Bedîuzzaman’a Göre Yahudilik Ve Yahudiler

Bedîuzzaman’a Göre Yahudilik Ve Yahudiler

Bir önceki yazımda Bedîuzzaman Said Nursi’nin (d.1877-ö.23 Mart 1960) Şam Emevî camiinde 1911 yılında verdiği hutbeyi konu edinmiştim. Bu yazımda da kendisinden Yahudilik konusuna bakışını öğrenmeye çalışacağız. 
Gazze işgali sonrası ülkemizin yetiştirdiği önemli alimlerimizden Bedîuzzaman Said Nursi’nin Yahudilik ve Yahudiler hakkındaki değerlendirmelerini merak ediyordum. Araştırma yaparken konuyla alakalı incelemeye alınış bir Yüksek Lisans teziyle karşılaştım: ‘Said Nursî’ye Göre Yahudilik Ve Yahudiler’ Uludağ Üniversitesi’nde 2018 yılında Halil Özel tarafından yapılan araştırma 204 sayfadan oluşuyor. Çalışmanın sonunda da 13 sayfa halinde istifade edilen kaynaklar listesi yer alıyor.

Tez Üç bölüm

Üç bölümden oluşan çalışmanın ilk bölümünde Said Nursî’nin hayatı, şahsiyet özellikleri ve eserleri üzerinde durulurken, ikinci bölümde İslam ile kıyasladığı Mecûsîlik, Sâbiîlik, Brahmanizm (Hinduizm), Vesenîlik ile Putperestlik ve Hıristiyanlık gibi diğer dinler üzerindeki düşünceleri aktarılmış. Üçüncü bölümde (s.76-181) ise Said Nursî’nin Yahudilik üzerine değindiği konular işlenmiş.
Bu konudaki görüşleri toplu olarak değil, neredeyse tüm risâlelerinde dağınık bir şekilde bulunduğu görülmektedir. Birinci derecede bilgi ihtiva eden eserleri sırasıyla Zülfikâr, Sözler ve İşârâtü’l-İ’câz’dır. İkinci derecede bilgi ihtiva edenler ise Risâle-i Nûr külliyâtındaki diğer büyük eserlerden Mektûbât, Şuâlar ve Lem’alar’dır, (s.76) deniliyor.
Kur’an ve hadis perspektifinden kendine özgü değerlendirmeler yapan Bedizuzaman’ın görüşlerini yansıtan tezden özet cümleler aktarmak ve paylaşmak istedim. Arabaşlıklar bana aittir.

Son dönem Osmanlı âlimlerinden

Osmanlının çöküş ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarına, tek ve çok partili siyasi hayatına şahit olmuş Son devir öncü mütefekkir ve İslam alimlerinden olan Bediüzzaman Said Nursî,. Yüzü aşkın risalelerinden oluşan külliyâtına Risâle-i Nûr, etrafında halelenen talebe halkasına “Nur talebeleri” adını vermiş, mücadelesinde çok sayıda soruşturma, kovuşturma, mahkemeler geçirmiş ve hapse maruz kalmış bir şahsiyettir.

Hz. Muhammed’in risaletine karşı tavırları

Çalışmanın sonuç bölümünde (s.183-188) yazar Özel, ‘Said Nursî’nin Yahudilik hakkındaki bahislerinin genel çerçevesini bazı Kur’ân âyetleri; Tevrat, Zebur ve İncil’in tahrifi ve bu tahrifin sebepleri; Hz. Muhammed’in (sas) zikredilen kutsal kitaplarda müjdelenmiş olduğu meselesi ve İsrâiliyyât konusu oluşturduğunu belirterek, O’nun Yahudiliğin de içerisinde bulunduğu semavî dinler ve ehl-i kitapla ilgili âyetleri azımsanamayacak ölçüde kendisine özgü yorumlarla, sık sık da klasik tefsirlere uygun olarak tefsir etmektedir.’ diyor ve klasik tefsirler içerisinde en çok yararlandığı müfessir ise Fahreddin er-Râzî olduğunu kaydediyor.

Kur’an’a muhalefetleri ve O’nun diğer kitaplar arasındaki yeri

‘Diğer kutsal kitaplar bağlamında yer verdiği bahislerden birini de yine bazı karşılaştırmalar oluşturmaktadır. Bu karşılaştırmalar Kur’ân ile onun dışındaki semavî kitaplar arasındadır. Said Nursî, Kur’ân’ın bu kitaplardan farkını ve üstünlüğünü vurgulamaktadır. Ona göre geçmiş kutsal kitapların tahrifi/değişikliğe uğraması birden çok sebebe bağlıdır. Her şeyden önce bu kitaplar Kur’ân’ın sahip olduğu i’câz özelliğinden mahrum olduklarından, insanların sözlerinin kutsal metnin içerisine karışması önünde bir engel bulunmamıştır. Metnin içerisine yabancı kelimelerin karışmasının bir önemli sebebi de bu kitaplardan art arda yapılan tercümelerdir. Bununla birlikte bu kitapları okuyup tefsir eden müfessirlerin ifadeleri, yanlış yorum ve tevilleri de metne dâhil edilmiştir. Ayrıca bilerek yapılan ilâve ve değiştirmeler de tahrifte önemli bir paya sahiptir.
Said Nursî’ye göre Kur’ân’ın i’câzı sayesindendir ki, beşer kelâmı bu son ve en büyük mukaddes kitabın içerisine karışmamıştır. Karışsa bile beşerî sözlerle mucizevî ilâhî kelâm arasındaki fark anında ayırt edilecektir. Tahrif hakkındaki fikirlerinin ardından, Kitâb-ı Mukaddes’te bulunduğunu belirttiği bazı metinleri vererek bunların Hz. Peygamber’i işaret ettiklerini ifade etmektedir. Bu konuda yararlandığı en önemli kaynak, kendisinin de zikrettiği Kâdı ‘İyaz, Rahmetullah el-Hindî ve Hüseyin el-Cisrî’nin eserleridir. İktibas ettiği metinlerin büyük kısmına Kitâb-ı Mukaddes’te rastlanmakla beraber, bir kısmının da yalnızca çeşitli İslâmî kaynaklarda yer aldığı tespit edilmiştir.

Onlardan gelen Rivayetlere Dikkat: İsrailiyyat

‘Yahudilik başlığı altında incelenen bir başka konu İsrâiliyyât’tır. Said Nursî, İsrâiliyyât’ın Yahudi kutsal kitaplarında ve çeşitli Yahudi kaynaklarında bulunan ve büyük kısmı uydurma hikâyelerden oluşan haberler olduğunu belirtmektedir. Bu haberler ise, Abbasî halîfesi Me’mun zamanında antik Yunan felsefesinden yapılan çevirilerdeki mitolojik unsurlarla beraber İslâm kaynakları arasına karışmıştır. Özellikle İsrâiliyyât’ın İslâmî eserlerde kullanılmasının sebepleri üzerinde durmakta ve sonradan Müslüman olmuş ehl-i kitaptan bazı âlimlerin bilgilerinin de kendileriyle birlikte İslâm’a mâl olmasını en önemli sebep olarak zikretmektedir. İsrâiliyyât’a dair ifadelerinin genelde tenkit çerçevesinde konumlandığı görülen Said Nursî, söz konusu malzemenin özellikle hadis kaynaklarında ve tefsirlerde sıkça kullanılmasına karşı çıkmakta, Kur’ân ve hadisi tefsir edebilecek olanın ancak Kur’ân’ın kendisi ve sahih hadisler olduğunu belirtmektedir. Yahudiliğe, eski Yunan mitolojisine ve felsefesine ait olan hikâye ve haberlerin Kur’ân ve hadisleri tefsir etmek için kullanılamayacağını; aksi halde hurâfelerin İslâm kaynakları içinde yayılacağını belirtmiştir. Ancak ona göre İsrâiliyyât şüphesi veya şâibesi taşıyan hadislerin, sırf bu sebeple doğrudan reddedilmesi yanlıştır; bunun yerine hadisin ifade ettiği asıl mânâ araştırılmalı ve tevil edilmelidir. Bazı ‘zâhirperestlerin’ yaptığı gibi, dikkati manâ yerine lâfza yoğunlaştırmak doğru değildir.’ demektedir.

Karakter yapıları

‘Yahudiler hakkında Said Nursî’nin en fazla üzerinde durduğu husus, onların karakter yapıları ve sahip oldukları olumsuz özelliklerdir. Bu karakter yapılarını tespit etmede kullandığı malzeme ise bazı Kur’ân âyetleri ve tarihî olaylardır. Yahudi karakteri hakkında olumlu bir çıkarımının bulunmadığı, yalnızca olumsuz özelliklerine atıfta bulunduğu görülmektedir. Bunun farklı sebepleri olabilir. Öncelikle Kur’ân âyetleri ve tefsir geleneğinin etkisi, onun bu şekildeki yorumları için akla gelen ilk sebeptir.

Osmanlıya ihanetleri

İkinci olarak hayat tecrübesi ve uzun ömrü boyunca şahitlik ettiği olayların da onun bu tespitleri üzerinde tesiri olmalıdır. Zira Sultan II. Abdülhamid’i tahttan indiren ekibin arasında Yahudi Emanuel Karasso’nun bulunuşu, Filistin için daha Osmanlı yıkılmadan oynanmaya başlayan sinsi oyunlar ve neticede Osmanlı’nın yıkılmasının ardından İsrail devletinin kurulması, yeni kurulan Türkiye devleti yönetiminin, Lozan’da meşhur haham ve siyonizm destekçisi Haim Nahum’un etkisiyle hilâfeti ilga edip ardından İslâm aleyhine devrim yaparak dinsizliğe yahut en azından Protestanlığa hizmet ettikleri şayiasıyla anılması gibi sebepler, Said Nursî yanında başka mütefekkirlerin ve yazarların da Yahudilere karşı olumsuz tavır almalarında etkili olmuştur. Necip Fazıl, Nurettin Topçu ve Cevat Rifat Atilhan.. bu bağlamda örnek verilebilir. Onların da Yahudiler hakkında sert ifade ve ithamları vardır. Zamanının ve toplumunun çocuğu olarak Said Nursî’nin de diğer fikir adamlarına benzer bir tavrı takınması şaşırtıcı değildir. Onun farkı, yaklaşımının daha Kur’ânî bir temele dayanmış olmasıdır.’
Said Nursî’nin sadece Yahudiliği veya Yahudileri, İstanbul’un işgalinde İngilizlere karşı Müslümanlar arasında yaşayan bazı müfsit/bozguncu kimselere karşı, hakka hakikat ve İslâm dini ile toplumu karşısında duran herkese karşı tavır aldığını ifade ediyor.

İtikadi Sapkınlık ve Tahrifatçılıkları

‘Yahudiler hakkında; Uzeyr’in Allah’ın oğlu olduğu (şirk/Allah’a eş koşma) inancına sahip olmaları, kitaplarının muharref/değiştirilmiş ve şeriatlarının mensuh/yürürlükten kalkmış olduğu şeklinde İslâm âlimlerinin genel suçlamalarına benzer ifadeler dışında itikâdî açıdan başka bir eleştiride bulunduğu görülmemektedir.’
Yine İsrailoğullarına gönderilen yeni kitap İncil ve yeni peygamber İsa as’dan sonra da benzer hastalıkların devam ettiğini kaydeder:
‘Hıristiyanlık hakkında ise tenkit ettiği birçok husus bulunmaktadır. Teslis (Üçleme) inancı, Hz. İsa’ya oğulluk ve ulûhiyet/tanrılık verilmesi, aklın dışlanarak ruhban sınıfının körü körüne taklit edilmesi, Hristiyan azizlerinin yanlış değer verilerek yüceltilmesi, Fâtiha sûresi tefsirlerinde de belirtildiği üzere Hristiyanların inanç bakımından sapkınlık (dalâlet) içinde olmaları, Ortaçağ’da Hristiyan kiliselerince tatbik edilen engizisyon mahkemeleri gibi uygulamalar bu eleştiri konularından bazılarıdır.’
(Nitekim Tevrat araştırmacılarının bir ilahi kelamda böyle cümleler olamayacağı, Musa as’a verilen kitabın bu olamayacağını söylerler. Allah ile güreşmekten bahseden (Bab:12, ayet 2-4); Allaha dalgınlık, uyku ve helada olma yakıştırmasında bulunan (Bab: 18, ayet 27); Lut as’ın kızlarıyla soyunu devam ettirmek için birlikte olduğu iftirası (Bab:20, ayet 30-37) ve daha niceleri.) (Mektup dergisi, Şubat 1991, s.46)

Filistin Meselesi

‘Filistin meselesinde Said Nursî’nin yaklaşımı asla Yahudilerin haklı oldukları şeklinde değil, fakat bu konuda önceledikleri hissiyatları hakkındadır. Ona göre genelde dünya hırsı, ölüm korkusu ve servet sevgisine sahip olan Yahudiler, Filistin meselesinde bu özellikleriyle hareket etmemektedirler. Filistin ve dolayısıyla Kudüs’ün, bu din mensupları açısından taşıdığı millî ve dinî değer, onların az sayıda olmalarına rağmen burada muvaffak olmalarının veya çabucak yenilgiye uğramamalarının esas sebebidir. Zira sayıları az olsa da millî ve dinî hisleriyle hareket etmektedirler. Eserlerinin çeşitli yerlerinde himmeti milleti için olanın tek başına bir millet kıymeti kazanarak o ölçüde başarılara ulaşacağını ve bu güzel haslete esasen Müslümanların sahip olması gerektiğini belirten Said Nursî’nin Yahudiler ve Filistin’e ilişkin söyledikleri, bu açıklamasının daha iyi anlaşılması açısından kayda değerdir.

Müteferrik meseleler ve Din değiştirme

‘Yahudilerle ilgili diğer konular, Osmanlı döneminde yaşanan bazı gelişmelerle alâkalıdır. O dönemde yapılan çeşitli düzenlemelerle diğer din mensuplarına verilen yeni haklar Müslüman kamuoyunu rahatsız etmiştir. Said Nursî, doğuda aşiretler arasında yaptığı seyahatlerde bu yeni duruma ilişkin sorulara muhatap olmuştur. Bu çerçevede gayrimüslimlere Müslümanlarla eşitlik, hürriyet, askerlik gibi hakların verilmesi; ehl-i kitâba ‘kâfir’ demenin Jön Türklerce men edilmesi, fakat Kur’ân’da Yahudilere ve Hıristiyanlara muhabbet göstermenin yasaklanması gibi hususlar söz konusudur. Aynı kapsamda Müslümanlar ve gayrimüslimlerin şimdiki durumlarının mukayesesine, buna ilişkin değerlendirmelere yer verilmiştir.’
‘Müslümanların din değiştirme açısından Yahudi ve diğer din mensuplarıyla aynı durumda olamayacağı, zira mükemmel bir din olan İslâm’dan çıkarak bâtıl bir dine delil ve mantığı kullanarak tâbi olunamayacağı; hâlbuki diğer dinlerden İslâm’a geçmenin çok kolay olduğu görüşü Said Nursî’nin kendine has fikirlerinden birini oluşturmaktadır. Ona göre diğer din mensupları İslâm’a girmese, tüm peygamberleri ve hattâ Allah’ı reddetse bile, şahsî olgunlaşmasını sağlayacak bazı özelliklere sahip olabilir. Ancak bir Müslümanın İslâm’dan çıkıp delil ve akla tâbi olarak başka bir dine girmesi mümkün değildir. Girenler varsa da bunlar delille değil taklitle hareket etmektedirler. Oysa tarih göstermektedir ki, çeşitli dinlerden İslâm’a delil ve akla tâbi olarak geçen birçok insan vardır.

Deccal ve Deccaliyet

‘Bediüzzaman Said Nursî’nin Yahudiler etrafında değindiği diğer bir meselenin Deccâl ve deccâliyet sistemiyle ilgili olduğu belirtilmelidir. O, Yahudilerin Deccâl’e severek tâbi olacaklarına dair bir hadis zikretmekte ve günümüzde bu olayın gerçekleştiğini îma etmektedir. Zira Yahudi olan ve masonlukla ilişkisi bilinen bazı önemli kişiler Deccâl’in yapacağı işlere yardımcı olmuşlardır. Bu noktada bazı isimler de zikretmektedir ki, bütün bunlarla ilgili açıklamalarını Büyük Doğu dergisindeki bazı makalelerden/yazılardan hareketle yaptığı görülmektedir. Kur’ânî perspektifi göz önünde bulundurarak yaptığı tefsirler, geliştirdiği yorumlar nev’i şahsına münhasır bir özellik göstermekle birlikte; modern dönem Yahudi sorunu, Siyonizm ve Masonluk meselelerinde kendi bilgi ve tecrübeleri dışında sadece bir derginin yayınını yeterli görmesi bir eksiklik yahut fazlasına gerek duymama olarak ifade edilebilir.’ 
Son iki yazıda kendisinin Emevî Camiindeki hutbesinin ardından bölgede çıbanbaşı olan Yahudiler hakkındaki görüşlerini de bir tez çerçevesinde öğrenmiş olduk. Uyarıları bize ibret, Ona ve tüm İslam alimlerimize rahmet olsun.