25.03.2021 13:08:00

1885

BİR AKADEMİK ÇALIŞMA ALANI OLARAK SİYER

BİR AKADEMİK ÇALIŞMA ALANI OLARAK SİYER

Bir akademik çalışma alanı olarak siyer

İslam alimleri ve düşünürleri İslam ilahiyatı ile ilişkili olarak yarı-otonom diye nitelendirilebilecek bir akademik çalışma (siyer) oluşturmuşlar ve bu akademik alan çerçevesinde İslami siyasi otoritenin ve Müslümanların kendileri dışındaki dünya ve siyasi varlıklar ile ilişkilerini belli bir hukuki çerçeveye oturtmaya çalışmışlardır.

Siyer temelde İslami siyasi otorite ile İslam-dışı siyasi otoriteler arasındaki etkileşimi ele almakta ve daha çok tek taraflı bir haklar ve yükümlülükler seti belirlemektedir. Geniş anlamda siyer günümüzün uluslararası hukuku olarak görülebilir ise de İslam hukukunun en aktif ve verimli olduğu dönemlerde siyasi ilişkilerin mahiyeti gereği dönemin devletler hukukunun içeriği bugüne göre oldukça sınırlıdır.

Dolayısıyla modern dönem uluslararası hukukun kapsamında yer alan birçok konu siyer külliyatında ele alınmış değildir.

Tipik siyer kitapları ve çalışmaları temelde cihadı merkeze alarak bir İslami sınır ve toplum aşan hukuk tahayyülü geliştirmiştir.

Bu tahayyülün en önemli konuları, cihadın yanı sıra, diplomatik ayrıcalıklar gibi uluslararası hukukun klasik tartışmalarıdır.

Ancak geniş anlamda siyerin bu içeriğine karşılık daha dar anlamda siyer silahlı çatışmaları ele almaktadır. Silahlı çatışmaların hangi koşullarda meşru olacağı ve hangi kurallar çerçevesinde yürütüleceği gibi temel inceleme alanları bu anlamdaki siyerin içeriğini oluşturmaktadır.

Her ne kadar içerik olarak dolgun ve tatmin edici ise de akademik bir çalışma alanı olarak siyerin önemli eksiklikleri göze çarpmaktadır. Bu eksikliklerin başında siyerin uygulanmasının önünde çok ciddi engellerin olmasıdır. Sadece bilgin ve alimlere açık bir alan olan İslam hukuku ve dolayısıyla siyer, entellektüel bir faaliyet olarak doyurucu ise de kodifiye edilebilme anlamında önemli sorunlar ihtiva etmektedir.

İslam’ın ilk yıllarında özellikle pratikte, daha ziyade etik bir yükümlülükler seti olarak göze çarpan bir takım sınırlamalardan söz edilebilir ise de İslam siyasi hükümranlığının diğerleri ile ilişkisini hukuki bir zemine oturtma çabaları sistematik olarak ilk kez Sünni İslam’ın dört ana akım mezhebinden birisi olan Hanefiliğin kurucusu İmam Azam Ebu Hanife tarafından gerçekleştirilmiştir.

Ebu Hanife’nin ayrıca iki önemli öğrencisinden birisi olan Şeybani’ye de siyer’üs sağir (küçük siyer) olarak bilinen aynı konuda bir çalışma yaptırdığı bilinmektedir. Muhammed b. Hasan eş-Şeybani bu çalışmayı genişletmiş ve halen bu alanda en yaygın bir şekilde atıfta bulunulan meşhur eseri siyer’ül kebiri yazmıştır. Ancak eser bir el yazması olarak günümüze kadar ulaşmış değildir.

Bununla birlikte, söz konusu çalışma şerh edildiği ve yeniden basıldığı için çalışmanın orijinalliği konusunda herhangi bir şüphe bulunmamaktadır. Siyer’ül kebir ile ilgili çalışmalarda en fazla başvurulan kaynak ise Serahsi’nin şerhidir.

Serahsi’nin şerhi Türkçe ve İngilizce de dahil olmak üzere başka dillere çevrilmiş ve Osmanlı ordusunda subaylara el kitapçığı olarak dağıtılmıştır.

Her ne kadar konu ile ilgili klasik dönemde de başka çalışmalar yapılmış ise de siyer’ül kebir güncel akademik tartışmalarda da merkezi konumunu korumuştur. Söz konusu güncel çalışmalar siyer’ül kebirin devletler hukuku ile ilgili bir dizi konuyu ele aldığını iddia ediyor ise de aslında bir bütün olarak bakıldığında bu iddianın iki önemli noktayı göz ardı ettiği görülmektedir.

Birincisi, siyer’ül kebir Müslüman savaşçılara ve yöneticilere yönelik hükümler içermekte ve İslam’ın üstünlüğü varsayımından hareket etmektedir. Bu varsayım çerçevesinde mesela sınır boylarında askerlik ve gözeticilik yapmanın erdemlerinden askeri komutanların başta ‘İslami’ bir zafer için uymaları gereken kurallara vurgu yapan siyer’ül kebirin çok küçük bir kısmı doğrudan günümüz uluslararası hukuk konuları ile ilişkilendirilebilir türdendir.

Cihad Müslümanların bir dini görevi olarak yüceltilmekte ve dolayısıyla İslam’ın hem ahlaki hem de askeri anlamda üstünlüğü görüşü desteklenmektedir. Ikincisi, her ne kadar diplomatik ilişkiler gibi uluslararası hukukun ana konuları ile ilgili kısımlar içerse de siyer’ül kebirin uluslararası hukuk ile ilişkisi daha çok savaş hukuku ile ilgilidir.

Dolayısıyla siyerin bir İslam devletler hukuku ve hatta İslam uluslararası ilişkiler teorisinin temeli olduğu şeklindeki yaklaşımlar zorlama bir görüşün yansımasıdır. Diğer bir ifadeyle siyer’ül kebir ve aslında buna dayalı ortaya çıkan diğer çalışmalar bir İslam devletler hukukundan çok bir İslam savaş hukukunun temel ilkelerini içermektedir.

Hukuki iddialarını desteklemek üzere çok ayet ve hadise referans veren siyer’ül kebir İslam dışı topluluklar ile hangi koşullarda barış yapılabileceğini ve hangi durumlarda ve hangi şartlarla savaşın yapılabileceği ile ilgili genel bir çerçeve sunmaktadır.

İslam’ın gerek askeri gerekse de siyasi anlamda belirgin bir üstünlük gösterdiği bir dönemde kaleme alınan siyer’ül kebir tek taraflı yükümlülükler içerdiği için düşman muhariplere yönelik hukuki yükümlülükler içermemektedir. Bununla birlikte Müslümanlar arasındaki ilişkilerin ötesine geçerek Müslümanların dış ilişkilerini de düzenleyen siyer’ül kebir İslam’ı etnik merkezli bir bakış açısından kurtaran baskın ve üstün bir din kabul etmenin doğrudan bir sonucudur.

Dolayısıyla bir çalışma alanı olarak siyerin ortaya çıkış ve gelişimini bu tarihi bağlamda düşünmek daha doğru olacaktır. İslam’ın siyasi hakimiyetinin belirgin olduğu dönemde sadece yöneticiler değil, İslam düşünürleri de, savaş ve kılıç zoru ile de olsa nihai kurtuluş mesajı olarak gördükleri İslam’ın yayılmasına odaklanmışlardır.

Böylesi bir motivasyon fetih eğilimlerini güçlendirdiği gibi Müslümanların düşman ile karşılaştıklarında kendi davranışlarını sınırlandıran kuralları da doğurmuştur. Söz konusu kurallar hem bir üstünlük yansıması işlevi görmüş hem de Müslüman olmayanlara İslam’ın güvencesini verme amacı taşımıştır. Güncel çalışmaların siyeri bir İslam devletler hukuku olarak gösterme eğiliminde bunun etkili olduğunu söylemek mümkündür.

Hatta kimi çağdaş düşünürler siyerin önermelerine dayalı bir İslami uluslararası düzen kavramsallaştırması geliştirmiştir. Bununla birlikte bazı çalışmalar da siyerin sadece barış ve savaş tartışmalarına odaklanarak bir İslami savaş ve barış yaklaşımı ortaya koymuştur.