FARKINDA MISIN? HERKESTEN 1 TANE VAR!
Doğum, bebeklik, çocukluk, gençlik, orta yaşlılık ve olgunluk dönemlerinin herhangi birini, birkaçını ya da hepsini; tarih, kültür, yaşam sanatı üçlüsünün aynı anda can bulduğu bu eşsiz yerleşkede geçirme şansını yakalamış, mahalle/semt resmi sınırları içinde/dışında kalan cadde, sokak, çıkmaz isimlerine takılmadan kendi yollarını diğer sakinlerinki ile özenle kesiştirmiş;
hatta rotasını, ister ziyaret, isterse ticaret amaçlı mahallenin/semtin merkezine, kıyısına, köşesine çevirmiş, aile, eş, dost, akraba vesilesiyle de olsa havasını koklamış, dost meclislerinde muhabbete bulaşmış, aynı gökyüzünün altında el ele, kol kola insanca temasta kalabilmeyi başarabilmiş, büyüklerinin erdemli hayat öykülerinden çıkarttığı dersleri hal edinebilmiş hepsi birbirinden değerli üyelerin, oldukça kısa sürede ‘Bursa Muradiyeliler’ Facebook Grubunda, sevgiyle selamlaşmasına vesile olan fikir babamız, grup kurucumuz ilkokul arkadaşım Mecit Erbil’e, yönetim kadrosunda yer alan Hakan Ergüzen, Tunay Örnek, Gürol İşgüzar ve Umut Uzsezer’e, can-ı gönülden şükranlarımızı sunmak, ekip ruhuyla başarılarından dolayı kendilerini kutlamak boynumuzun borcu olmuş bile…
Günbegün grupta paylaşılan fotoğraflardaki sımsıcak yüzlerden yansıyan neşe, içtenlik dolu bakışların sahipleriyle göz teması kurduğunuz andan itibaren hissediliyor önce içinizi ısıtan, hemen sonrasında büyük bir yangına dönüşecek, en masum yıllara ev sahipliği yapmış, doğru anahtarın bulunup kilitli hazine sandığının açılmasıyla parlayan, yaşarken yeni bir doğum yaşatacak toz pembe anıların ilk alevleri…
Okul arkadaşları, komşu teyzeler, esnaf amcalar... Yıllar sonra, hayatta olanlarla buluşabilmenin ihtimal hesaplarını yapmaya çalışırken, mini kalp atışlarıyla perçinlenen büyük özlemler aniden düşüyor kalplere. Koşuşturmacası bol hayatın yoğunluğundan dolayı, istemeyerek hafızalardan geçici süreliğine silinmiş olsa da bir çırpıda hatırlanacak yüzlerle tekrar kucaklaşabilmenin hayali süslüyor şimdi de düşleri. Aramızdan ayrılan dostların, bizzat kalbimizin derinliklerinde, yine bizlerle yaşamaya devam ettiklerinin haberini selam ve dua ile buradan iletmiş olalım kendilerine. Bıraktıkları izlere teşekkürle, varlıklarına şükürle…
Çocuk benin en içten, ta derinlerden, çok uzaklardan aslında bir o kadar da yakından ‘Ayliiiiin, koş bak, kimler var burda’ demesiyle irkilen kendim, kendisini aniden on dakikaya sığacak, gözlerin usulca kapanışıyla az sonra başlayacak ‘Geçmişe Merhaba’ yolculuğuna çıkmak üzere oturduğu 68 nolu koltukta kısacık ama anlamlı buluşmalarda buluveriyor. Kaldırım oyunlarının, ilkokul sıralarının, ortaokul sınıflarının huzur dolu kollarında ışık hızıyla yeniden tecrübe ediliyor yaşanmışlıklar, varılan yaşa inat.
Geçmişe hasret duyarak ‘Mazi kalbimde bir yaradır, Bahtım saçlarımdan karadır, Beni zaman zaman ağlatan, İşte bu hazin hatıradır’ mısralarıyla gündüzü geceye dönüştürecek modda ‘Nerede o eski dostluklar, uçup giden zamanlar?’ diyerek ah çekip hayıflananlardan değiliz çok şükür. Kendi yaşamlarına dokunmuş can parelerinden miras kalan öğretilerin yüceliğini bizlere de kavratmak uğruna elleriyle emek veren ana babalarımızın, gözleriyle nur döken nine dedelerimizin kulaklarımıza kaçırdıkları, her biri birbirinden değerli dersleri içinde barındıran kıssadan hisselerin hayatlarımızdaki değeri o kadar büyük ki…
Düşünmeden, sorgulamadan atalarına biat edenlerin, nefes bitimi sonrası geçileceğini kurguladıkları SIR-at, gerçekte kalp atışlarımızı henüz duyarken kat ediyor olduğumuz, varış-terk ediş tarihleriyle sınırlandırılamayacak kadar sonsuz, sözcüklerle tanımlanamayacak kadar yüce bir anlamı içinde barındırmakta oysa ki. AN’ın varlığında gözün ayrı gördüğü kimliklerden ÖZ’ün açığa çıkmasının farkındalığını sağlayacak deneyimlerin temelinin atıldığı hayat yolculuğunun daha başlangıcına denk gelen ah o saf çocukluk yılları…
AN’da KURarak, kurgulayarak, Levh-i Mahfuzun boş sayfalarını kendi kalemimizle doldurarak oluşturduğumuz ‘Herkesten 1 tane var, senden de’ adlı kişiye özel cildi, namıdiğer ‘Kendi HAYatım’ başlıklı şaheserimizi daha vakit varken, kaçımız sondan başa doğru okumak ister şu anki bilinciyle, şimdinin gücünde?
Klavyenin tuşlarına dokunmamla başlayan az sonra yeni bir yazıya dönüşecek hasbihalinin tam da ortasında çalan zil sesiyle yerimden zıplıyorum aniden. Erdinç Öğretmenim, yeni günün sabahının ilk dersinde ‘Günaydın Çocuklarım’ diyerek hepimizi kocaman, sımsıcak selamlıyor içtenlikle. Sonrasında Hayrunnisa ve Demir Öğretmenlerimin tınısı yumuşacık seslerinden ‘İzci şendir, İzci şendir, İzci şendir, arkadaş! Şapkası, fuları, çantasıyla, Kemeri, bıçağı, çorabıyla, İzci şendir, İzci şendir, izci şendir arkadaş.’ şarkısını dinliyorum onlu yaşlarımdaki benimin yarenliğinde. 5A sınıfının kapısından içeri girip kendi sırama usulca iliştiğim anda, mavi bakışlarından Gençliğe Hitabe’sini dinliyorum Atamın. Söz sırası şimdi de bende… ‘ATATÜRK’ÜM, önderim, nabzımda atıyorsun, Sulh sever bir dünyanın kalbinde yatıyorsun.’ Yurtta (=kendinde) ve cihanda (=alemde) barışın önemine dikkat çekerek, bir çoğumuzun bugün bile hissetmekte zorlandığı o derin mananın içeriğini kavratmaya ömrünü adamış; içsel dünyasını, yüksek bilinç kapasitesiyle çözümleyebilmiş örnek kişiyi yakından tanıma fırsatını yakalayamasam da; ilkelerinde, izini sürebildiğim için sisteme teşekkürlerimi sunuyorum. ‘Sonsuza dek’ diyoruz tüm sınıf ayağa kalkarak. Kendi sesinden bir kez daha hatırlatıyor görev ve sorumluluklarımızı, benim nezdimde tüm eğitimcilere: ‘Öğrenci ne yaşta ve sınıfta olursa olsun, onlara geleceğin büyükleri gözüyle bakacak ve öyle davranacaksınız! Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. İstikbalin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız.’ diyor.
Tanıdık, tanımadık gitgide kalabalıklaşıyor artık zihin bahçem. Hiç acele etmeden, özenle, en bildik yüzleri seçebiliyorum, minik adımlarla yaklaşıyorum tek tek her birine, her yıl bir yaş daha büyümüş benlerim de bana eşlik ediyor. Yorulmak nedir bilmeden oynadığımız mendil kapmaca oyununda, mendili önce kapıp, sobelenmeden hızla ekip arkadaşlarımın yanına koşarak grubuma artı puan kazandırıyor, yakar topta hızla üzerime gelen topu bir kerede, sektirmeden yakalayarak yeni canlar topluyorum. Kültür fizik temel hareketleriyle Beden Eğitimi dersimiz son buluyor ve kana kana su içebilmek için siyah önlüklü beyaz yakalı uğur böceklerinin arasında o upuzun kuyrukta sabırla sıramı bekledikten sonra bir ısırık aldığım çıtır simidin kokusuyla kendime geliyorum. Yapılacak bi dolu ödevim, ezberlenecek tiyatro repliklerim, okulumuzu temsil edeceğim folklor ve bilgi yarışmalarım, izlenecek Şeker Kız Candy ve Heidi çizgi filmlerim var daha sırada.
Eve dönüş yolu kısa; henüz özel okulların ve servislerin revaçta olmadığı, pek çok meslek dalından oluşmuş, not kaygısından uzak, evlatlarını adam etme telaşına yakın bilinçli velilerin kazanç ve mevkilerinin gölge egolarının ardına sığınmaya gerek duymadıkları; ışık saçmaya yeminli eğitimcilere, araya koydukları aracıyla ya da direk ettikleri telefonla ‘… yapmazsan, … yaparım’ türünden göz dağı vermeye kalk(a)madıkları naif, berrak, aydınlık, güneşli bir dönem…
Çarçabuk değiştirilen üst başın ardından, zamanın minik kalplerince bahçıvan olarak adreslenen, güz mevsiminin gelişiyle çınar ağaçlarından düşen yaprakların adeta havuza dönüştürdüğü, bir metre derinliğindeki soluk sarı, hışırtılı alana, taş bedenin üzerinden kanat görevi gören iki kolun planör edasıyla havada süzüldükten sonra gerçekleştirdiğimiz çivileme zıplayışlar… Akşam rüzgarının uğultusu eşliğinde, çocuk aklının telaşsızlığında çığlık çığlığa birbiri ardına atılan kahkahaların coşkusuyla biten günün sonunda evde bizleri bekleyen hoş sohbetler… Güler yüzlü aile bireyleriyle içten kucaklaşmalar...
Aynı masa etrafında her akşam saat 7’de toplanıyoruz; anne, baba, çocuklar şeklinde. Sıklıkla ya komşular ya da hısım akraba bizlere katılarak doyumsuz lezzetteki anne eli değmiş eşsiz tatlardan oluşan ziyafet ile sıcacık yeni bir gece daha başlıyor. Ramazan ayı, Şeker ve Kurban Bayramlarında yaşanılan tatlı telaşeler, sahur ve iftar yemekleri, mukabeleler, teravihler, aile tanımının gerçek anlamını yaşamlarımıza kazımış, hafızalardan çıkmayan koca gönüllü büyüklerimizin altın öğütleri ve daha neler neler… Hazır büyümüş de küçülmüşken, kitaplarıma dokunmadan çıkmak istemiyorum çocukluğumdan. 1. sınıfta, 1 dakikalık sürede okunan kelime sayısını hedef alan hızlı okuma çalışmasının ileriki yaşlarda yerini hikâye ve romana bırakacak boş zamanların dolu halini, sonrasında bir bardak kahveli sütle gelen uyku saati takip ediyor… Göz açıp kapama hızıyla akan zaman…
‘179, Aylin Pedal.’ ‘Buradayım, Öğretmenim.’
O masum yeşil bakışların saflığıyla çocukluğa doyulamayan bir pencereden hayata her daim umutla bakmak nasip olsun hepimize. Ilık meltem rüzgârlarının şu ana taşıdığı unutulmaz, eşsiz anıların ferahlığında geçsin ömrümüzün geri kalanı. Dost biriktirelim, para değil; gönül çalalım, zaman değil; aynı sularda birlikte yelken açtığımızın ayrımına varalım, ayrı değil; mavi-beyaz semanın altında değişik yörelerden, çeşit çeşit ezgiler eşliğinde dans ettiğimizin, farklı dillerde, zengin kültür çeşitliliğinde, kendimizden kendimize şarkılar söylediğimizin idrakine varalım. Ne muhteşem ki, daha yazılacak bi dolu anı, paylaşılacak bi o kadar da fotoğraf var.
Son söz: Aile değerlerimizin yitirildiği hissiyle dolup taşan kuşağa da bir küçük hatırlatma:
Bilmezsin nereden gelip, neler biriktirdiğimi,
Görünene takılıp, birleyemezseniz böyle kesreti,
Kiminin secdesinde, kiminin tefekküründe gizliyse bilinci,
Zıtlarınla yol alabilmeyi bildin mi, sevgili öğrenci?
Dip not: Yazılarım, ÖZgür iradesiyle, öncelikli tercihlerini kendine has seçimleriyle belirlemiş canlara ders verme amaçlı olmayıp; pamuk şeker kıvamında, horoz şekeri tadında kendimden kendime seslenişlerimdir.