Terbiyesizliğin ve saygısızlığın bir boyutu vardır.
Sabrın ve olgunluğunda…
Rahmetli üstat Necip Fazıl, “Bazı insanlar alçak gönüllüdürler, bazıları ise alçak olmaya gönüllüdürler” diyor…
Şimdi adam alçak olmaya gönüllü ise, edep ve adaptan nasibini almamışsa, hayatında hiçbir hayırlı işte bulunmamış, sadece ve sadece haset ve kıskançlık duyguları ile birilerine çamur atıp, kamu oyunu aldatmaya çalışıyorsa, o adama karşı olgun davranıp, ‘çocuktur, gençtir, yazıktır’ düşünceleri ile yada ‘adam yerine mi koyacağım’ diyerek cevap vermezseniz, kendini bir şey zanneder, yalanlarına, iftiralarına devam edip gider.
Hayatta hiçbir başarı gösteremeyenler, kendilerini başkalarının başarılarını küçümsemekle teselli ederler.
Haset, bir anlamda kıskançlık, bilgisizlik ve aç gözlülükle beslenir.
Hal böyle olunca da kıskançlık ve haset insanı mutlak bir ahlaksızlığa düşürür.
Bir insana hak etmediği paye verilirse ya da hasbelkader hak etmediği bir yere gelirse, kendisini bir şey zanneder…
Hikayeyi bilirsiniz. Vaktin birinde bir eşek varmış. Ormanlar kralı Aslan’a imrenir, onun gibi olmak istermiş… Aslan’a benzemek için tutmuş kulaklarını kesmiş ve ormanda kral Aslan edasıyla dolaşmaya başlamış… Tabi, bu zavallı eşeğin halini görenler gülmüşler… Eşek ise, kulaklarını kesmekle Aslan’a benzediğini zannetmiş ama ona artık eşek bile denilmemektedir… Çünkü, kulakları gibi benliğini de, kimliğini de yitirmiştir.
Kendini bir şey zanneden, birilerine benzemek isteyen, başkasının diliyle konuşan saygıdan, terbiyeden yoksun, yazarlığa(!) başladığı günden bugüne fırsat buldukça beni karalamaya çalışan ve son günlerde de yine aynı edepsizlikle bana yazılar yazarak, işi hakaret boyutuna getirip gündem oluşturmaya çalışan ve de bu yolla traj artıracağını zanneden bu zavallı, utanmadan, sıkılmadan arlanmadan okurlarını da aptal yerine koyarak, yalan ve iftiralarına devam ediyor.
İnsanda utanma duygusu yoksa, yüzü kızarmıyorsa, hak, hukuk, doğruluk, dürüstlük, saygı nedir bilmiyorsa, içinde bir zerre vicdan duygusu taşımıyorsa, ona ne söylersen söyle, fayda etmez...
Bu zavallı, bana hakaret dolu yazısında, ikide bir kaleme aldığımı iddia ettiği ‘İnegöl, Bursa’ya merkez ilçe olmasın’ yazılarımı tamamen kendi çıkarlarım için yazdığımı iddia ederek, eğer İnegöl il olursa resmi ilanlarım artacakmış, il olmazsa ilan alamayacakmışım tezini savunmuş….
Kişinin fikrinde ne varsa zikri de öyle olur, yatıp kalkıp para düşündüğü için herkesi öyle sanıyor zavallı. Şimdi bir an bu zavallının dediğini gerçek kabul edersek, eskiden yaptıklarımı da bu mantığa oturtmam lazım…
Ben, bu ilçede her şeyiyle benim projem olan ve birçok kişinin takoz koymaya çalıştığı kapı kapı dilenerek, televizyon ekranlarında sabahlara kadar program yapıp, Türkiye’de ilk kez bir ilçeye nasip olan Diyaliz Merkezini İnegöl’e kazandırdım, İnegöl’e Fen Lisesi yapılması için mücadele verdim. Hayırsever iş adamımız Metin Çelik’in kapısından aylarca ayrılmadım ve yine Türkiye’de ilk kez bir ilçede Fen Lisesi yapılmasına, Mediha-Hayri Çelik Fen Lisesinin eğitim öğretime kazandırılmasına vesile oldum.
Özel Eğitim Uygulama Okulu ve İş Eğitim Merkezi (İnegöl Özürlüler Okulu), hayırsever işadamı Hüseyin Özdilek’in Süleymaniye mahallesinde yaptırdığı Özdilek Sağlık Ocağı, yeni Halk Eğitimi Merkezi, Nene Hatun Kız Meslek Lisesi ve daha bir çok yatırım ve hayır işine ön ayak olmuşum, günlerce konuların gündemde kalmasını sağlamış, sonuçta İnegöl’e bunları ve bunlara benzer bir çok eseri kazandırmışım.
Bu zavallının deyimi ile İnegöl İl olursa, resmi ilanlar ikiye katlanacakmış, ben bunun mücadelesini veriyormuşum… Peki soruyorum, bu yaptığım hizmetlerde ne gibi menfaatim var?..
Bu zavallı, yazısının bir paragrafında “Neden gerçekleri yazmak için illa birinden icazet bekliyorsun? Yoksa Mehmet Yıldız’a söz verip de sözünde durmayanlara karşı bir zaafın mı var? Eğer bildiklerini yazmaya korkuyorsan, ver bana bilgi ve belgeleri kim ne söz vermiş, niye sözünü tutmamış ben yazayım” demiş.
Önce bu zavallıya geçtiğimiz gün sayın Hüseyin Şahin’in yaptığı basın toplantısını hatırlatmak isterim. Sayın Şahin toplantının bir yerinde, “Arkadaşlar, bu söyleyeceklerim özeldir, bunları yazmayacaksanız sizlerle bir şeyler daha paylaşacağım” dedi ve bazı bilgiler verdi. Bu bilgiler gazetelerde yer almadı. Çünkü, o bilgiler özel paylaşımdı. İşte, gazetecilerin bu davranışı, “Neden gerçekleri yazmak için illa birinden icazet bekliyorsun? Yoksa Mehmet Yıldız’a söz verip de sözünde durmayanlara karşı bir zaafın mı var?” soruna en iyi cevaptır. Şimdi soruyorum, Hüseyin Şahin seni neyle besledi de bu bilgileri kamuoyuyla paylaşmıyorsun? Hüseyin Şahin’e karşı bir zaafın mı var?
Bu zavallı, yazısının bir bölümünde de şöyle diyor; “Son olarak ‘Kalemi Kırılan Gazeteci’ başlıklı köşe yazım için, bizzat gazetemizi arayarak, şahsıma tebrik ve teşekkürlerini ileten iş adamı Mehmet Yıldız’a bende buradan, zatı muhteremin ipliğinin pazara çıkarılmasında büyük emekleri için teşekkür ediyorum”
Şimdi, tüm İnegöl kamuoyunun huzurunda namusum ve şerefim üzerine söz veriyorum; eğer Mehmet Yıldız, ‘Kalemi Kırılan Gazeteci’ başlıklı köşe yazısından dolayı bu zavallıyı aramış, tebrik ve teşekkürlerini iletmişse, bu kadar ayağa düştüğünden dolayı gazeteciliği bırakacağım…
Eğer Mehmet Yıldız, ‘Kalemi Kırılan Gazeteci’ yazısından dolayı tebrik ve teşekkür etmemişse, bu zavallı okurlarına karşı bundan böyle namuslu, haysiyetli ve şerefli olacağına dair İnegöl kamuoyu önünde söz verebilecek mi?
Dikkat edin, mesleği bırakmasını istemiyorum… Çünkü, bu tip gazeteciler olacak ki, eğri ile doğru, namuslu ile namussuz, edepli ile edepsiz, Allah rızası için çalışanla kendi dümeninin dönmesi için her türlü işi mubah sayan insanların farkını bu necip millet görsün.
Hodri meydan.