8.12.2025 23:53:00

İlk Müslüman Yahudi Alimi

İlk Müslüman Yahudi Alimi

İlk Müslüman Yahudi Alimi

Müslüman olmuş yahudi asıllı alim deyince hemen üç sima aklıma geliyor: Biri sahabeden Abdullah bin Selam, biri sahabeden sonra gelen nesil olan Tabiinden Ka’bu’l-Ahbar, diğeri de son devir alimlerinden Muhammed Esed (Leopold Weiss). 
En çok Müslüman olan gayr-i Müslim kimselerin hristiyanlardan olduğunu biliyoruz ancak bildiğim ve hatırıma gelenlerin dışında az da olsa başka Müslüman olmuş Yahudi bilim adamlarının varlığı da muhtemeldir. Yahudilerin enaniyet ve üstünlük vehmine rağmen kendilerinden/İsrailoğullarından olmayan Mekkeli bir peygambere iman edebilmiş Abdullah bin Selam, tanınmayı ve takdir edilmeyi hak eden bir öncü sahabedir. Zira Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (sav) gören, Medine civarında yaşayan 5 bin civarındaki yahudiden dışlanma korkusunu yenebilmiş ve son kitabı kabul edebilmiş Yahudi asıllı sahabe sayısı tesbitlere göre 70’i bulmamaktadır. O da yüzde bir buçuk, iki mesabesindedir. Kavmi arasında cazip olmayan bir tercihte bulunan ve istenmeyen adam ilan edilen bu Yahudi din kardeşimizi biraz daha yakından okuyalım..

Asıl adı Husayn!

Asr-ı Saadette ilk Müslüman Yahudi alimi olarak adı geçen alim Abdullah bin Selam’dır. Babası da alim olan Ebû Yûsuf lakaplı Abdullāh b. Selâm b. el-Hâris (ö. 43/663-64)’in Müslüman olmadan önceki isminin Husayn olduğu, Müslüman olmasından sonra Peygamber efendimiz (sav) tarafından kendisine en sevdiği isimlerden olan Abdullah adını verdiği belirtilir. (DİA, 1.cild, 134-135, Müellif: Mustafa Fayda)Bir çok kaynak da onu meşhur 7 Abdullah isimli sahabe (abadile-i seb’a) arasında sayar. Yüz kadar Abdullah isimli sahabenin en ünlüleri arasında yer alması onun ilmi yönünden ve Yahudiler arasında da kanaat önderi olmasından kaynaklanmış olmalıdır.

Beni Kaynuka’ kabilesinden

Medine civarındaki meşhur üç Yahudi topluluğundan Benî Kaynukā (Kaynuka oğulları) kabilesine mensup olduğu rivayet edilen bu meşhur sahâbî (diğer ikisi Beni Kurayza ve Beni Nadir),  genel kabule göre Hz. Peygamber (sav) hicret yolculuğu esnasında Medine’ye gelmeden Kubâ’da karşılaştığı ve kendisine yönelttiği bazı soruların doğru cevaplarını aldıktan sonra, efendimizin  (sav) peygamber olduğuna kanaat getirmiş ve müslüman olmuştur. Bazı rivayetlere göre daha sonra Müslümanlığını ilan etmiştir.

Müslüman oluşu

İslama dehaletini Abdullah b. Selam’ın (ra) kendisinden dinleyelim: ‘Resulullah’ın Yesrib’e /Medine’ye geleceğini duyduğumda çok heyecanlanmış, onun gerçekten peygamber olup, olmadığını anlamak için aklımda üç soru belirlemiştim. Yanına gidecek o sorularımı soracak, aldığım cevaba göre de ya onun bir peygamber olduğunu, ya da bir yalancı olduğunu söyleyecektim. Resulullah,  Amr b. Avf oğullarının mahallesine gelince, hemen onunla görüşmek için koştum; Resulullah’ı uzaktan görür görmez; daha sorularımı sormadan, onunla tek bir kelime etmeden: ‘Hazâ Resulullah/ Bu Allah’ın Resulü’dür!’ dedim. Bu sözümü duyan yanımdaki akrabalarım, arkadaşlarım: ‘Ey Allah’ın kulu! Hani sorular soracaktın, aldığın cevaplar karşısında onun peygamber mi, yalancı mı olduğunu söyleyecektin?’ dediklerinde onlara şunu dedim: ‘Vallahi! Bu yüz yalancı yüzü olamaz!”
(https://siyervakfi.org/pazarliksiz-iman-abdullah-b-selam/)

Bir başka rivayet

‘Kendisi hadiseyi şöyle anlatır: Resûlullah’ın (a.s.m.) peygamberliğini duyduğum zaman çok sevindim! Çünkü onun ismini, sıfatlarını ve geleceği zamanı bilirdim, beklerdim. Fakat buna rağmen sükût ettim. Kuba’ya geldiğini bir adam bana sevinçle haber verdi. O an¬da hurma ağacının başında idim. Halam Hâlide bint-i Hâris ağacın altında idi. Haberi duyar duymaz “Allahü ekber!” diyerek tekbir getirdim. Halam tekbiri duyunca, “Kaybolası! Yemin ederim ki, Mûsâ bin İmrân’ın geldiğini duysaydın, bundan daha çok sevinemezdin.” dedi. Ben de, “Ey halacığım, yemin ede¬rim ki, o, Mûsâ bin İmrân’ın kardeşidir. Mûsâ’nın gönderildiği hakikatle o da gönderilmiştir.” dedim. Halam bu defa yumuşak bir tavırla, “Kardeşimin oğlu, bizim kıyamete yakın geleceğini tekrarlayıp durduğumuz peygamber bu mu yoksa?” deyince ben, “Evet, emin olunuz, budur.” dedim.
Abdullah bin Selâm bu haberi alır almaz doğruca Resûlullah’a koşar. Medine’ye girecek olan Resûlullah’ı karşılamak için toplanmış halkın arasına girer. Resûlullah Efendimizi görünce kendisini tutamayarak “Vallahi bu simada ya¬lan olmaz!” (Sîre, 2: 164) diye haykırır.

Peygamberimizle ilk mülakatı

‘Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) kendisine, “Sen Abdullah bin Selâm mısın?” diye sorar. Abdullah “Evet.” deyince, Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) “Yaklaş.” buyurur. Ve şunu sorar:
“Ey Abdullah, Allah için söyle. Tevrat’ta vasıflarıma rastladın mı?”
Abdullah bu suale karşı başka bir sual sorar:
“Allah’ın vasıflarını söyler misiniz?”
Resûlullah (a.s.m.) biraz bekledikten sonra Cenâb-ı Hak İhlâs Sûresi’ni vahyeder: “De ki: ‘O Allah birdir. O, Allah’tır, Samed’dir; her şey O’na muhtaçtır, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir. O, doğurmamış ve doğurulmamıştır. Hiçbir şey O’na eş ve denk değildir.”
Bu âyetleri duyan Abdullah bin Selâm, Müslüman olmaktan kendini alamaz ve şöyle der:
“Evet, yâ Re¬sû¬lal¬lah, doğru söylüyorsun. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve sen O’nun Resûlüsün.” 
(Tefsir-i İbni Kesîr, 2 /521; https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/abdullah-bin-selam-ra)

Peygamberimizden İlk işittiği hadîs-i şerîf

Kendi beyanına göre peygamber efendimizi görmeye geldiğinde şu sözleri duymuş: ‘Selâmı aranızda yayınız, aç kimseleri doyurunuz, sıla-i rahm yapınız, yakın akrabalarınızı ziyâret ediniz! İnsanlar uykuda iken namaz kılınız! Böylece Cennete selâmetle girersiniz.’
(https://dinimizislam.com/detay.asp?Aid=3646)

Yahudilerin gadabını üzerine çekti

‘Abdullah bin Selâm’ın İslam’a girmesi Yahudileri kızdırdı. Daha önce onu büyük ve rehber tanırlarken, İslam’a girdiğini duyunca tam aksini söylemekten çekinmediler. Nitekim bir defasında Resûlullah Efendimiz (a.s.m.) evinde, Abdullah bin Selâm’ın gıyabında, Yahudilere onu nasıl tanıdıklarını sorar. Müs¬lüman olduğunu henüz duymayan Yahudiler, onun hakkında çok senakâr söz¬ler söylerler. Bu konuşma üzerine Abdullah bin Selâm gizlendiği yerden çıkar ve şöyle seslenir:
“Ey Yahudi topluluğu, Allah’tan korkun! Size gelen bu hakikati kabul edin. Yemin ederim ki, bu zatın Allah’ın Peygamber’i olduğunu bilirsiniz. Elinizdeki Tevrat’ta hem ismini hem de vasıflarını bulursunuz. Ben şehadet ederim ki o, Allah’ın Resûl’üdür. Ona iman ettim, onu tasdik ettim ve onu tanıdım…”
Ondan hiç beklemedikleri bu sözleri duyan Yahudiler, bu defa daha önce söylediklerinin tam aksine olarak Abdullah bin Selâm’ı itham ederler. Abdullah bin Selâm Re¬sû¬lul¬lah’a dönerek, “Yâ Re¬sû¬lal¬lah, Yahudi milletinin yalancı, ifti¬racı, zalim ve gaddar bir millet olduğunu söylemedim mi?” der. 
(Sîre, 2/164; https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/abdullah-bin-selam-ra)

Kur’an'da kendisinden bahsedilen ayetler

“İnkâr edenlere de ki: Eğer Kur’an-ı Kerim Allah tarafından gönderilmiş olup da siz inanmayıp inkâr ettiyseniz ve İsrailoğulları’ndan bir şâhit Kur’ân-ı Kerîm’in benzerine, Tevrat’a göre bu da Allah kelâmıdır diye şehadet edip inandı da siz yine de büyüklük taslarsınız, bana söyleyin kendinize yazık etmiş olmaz mısınız? Şüphesiz Allah, zalim milleti doğru yola eriştirmez.” (Ahkâf, 10)Tefsir âlimlerine göre, bu ayetteki İsrailoğulları’ndan bir şâhit olarak bahsedilen kimse Abdullah bin Selâm (ra)’dır. Çünkü o, kendi milletine: “Hz. Mûsâ’ya inen Tevrat’ı Allah kelâmı olarak kabul edip de Hz. Muhammed’i ve ona inen Kur’ân-ı Kerîm’i inkâr etmek zulümdür” diyerek eski dindaşlarını uyarmış, kendisi Müslüman olmuştur. 
(https://www.sonpeygamber.info/musluman-olan-yahudi-alimi-sahabi-abdullah-b-selam)
“Ehl-i Kitab’ın hepsi bir değildir. Ehl-i Kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secde ede¬rek Allah’ın ayetlerini okurlar. Onlar Allah’a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emreder ve kötülükten menederler, hayırlı işlere koşuşurlar. İşte, bunlar salih insanlardır.” (Âl-i İmrân Sûresi, 71) Bu ayet-i kerimede salih olduklarına işaret edilenlerden birinin de Abdullah bin Selâm (r.a.) olduğu rivayet edilir.

İki kitabın/iki dinin alimi

‘Tevrat ve Talmud’u babasından okumuş olan Abdullah b. Selâm, Medine’deki yahudilerin meşhur âlimlerindendi. Onun, Şuarâ sûresinin 197. âyetinde işaret edilen “İsrâiloğulları âlimleri”nden olduğu, Ra‘d sûresinde (13/43) konu edilen “kitap bilgisine sahip” kişiyle de kendisinin kastedildiği kanaati yaygındır. Hz. Peygamber’in cennetle müjdelediği Abdullah’ın ashap tarafından bir âlim olarak büyük saygı gördüğünde şüphe yoktur. Nitekim Muâz b. Seksekî’ye kendisinden sonra faydalanabileceği dört kişinin adını verirken Abdullah b. Selâm’ı da saymıştır.’...
‘Başta oğulları Muhammed ile Yûsuf olmak üzere Ebû Hüreyre, Enes b. Mâlik, Atâ b. Yesâr, Basra Kadısı Zürâre b. Evfâ ve diğer bazı kişiler kendisinden hadis rivayet etmişlerdir. Buhârî ve diğer muhaddisler, ondan hadis nakletmekte tereddüt göstermemişlerdir. Ayrıca peygamberler tarihi, kâinatın ve insanın yaratılışı, fiten ve melâhim (fitne ve melhame kelimelerinin çoğuludur. Gelecekte ortaya çıkacak sosyal kargaşa, iç savaş gibi önemli olaylar ve kıyamet alâmetlerine dair haberlerle bunlara ilişkin literatürü ifade eden terim) ile kıyamet alâmetlerine dair kendisine nisbet edilen bazı bilgiler İslâm âlimleri tarafından nakledilmiştir.’ (DİA, 1.cild, 134-135)

Sahabenin önde gelenlerinden oldu

Abdullah bin Selam’ın halası dahil bütün ev halkının (nitekim iki oğlu Muhammed ve Yusuf da sahabeler arasında zikrediliyor) Müslümanlığı seçmelerini de sağladığı, Uhud Savaşı’na katıldığı, Medine civarında bulunan yapılan anlaşmaya aykırı davranıp ihanette bulunan yahudi kabilelerinden Benî Nâdir’in muhasarasında bulunduğu, hatta Benî Kurayza’dan esir alınan kadın ve çocukların muhafaza edilmesi işinin de ona verildiği de kaydedilir.

Peygamber sonrasından günümüze

‘Hz.Ömer devrinde Kudüs’ün fethine ve Câbiye’deki toplantıya katılmış, 642 yılında Sâsânîler’le yapılan Nihâvend Savaşı’nda da bulunmuştur. Halife Osman’ın evini kuşatan âsilere engel olmaya çalışmışsa da muvaffak olamamıştır. İlk iki halife hakkındaki övücü sözleri kaynaklarda yer almaktadır. Hz. Ali’ye biat etmemekle beraber ona Irak’a gitmemek ve Âişe ile mücadeleye girişmemek konusunda telkinde bulunmuştur. Muâviye’nin halifeliği sırasında Medine’de vefat etmiştir.’ (ö.664, DİA, c.1,134-135)
Onun faziletini gösteren Muâz bin Cebel’in şehadeti de çok ibretlidir..Zeyd bin Umeyre (r.a.) rivayet ediyor: “Hz. Muâz ölüm döşeğine düştüğü zaman ona, ‘Ey Ebâ Abdurrahman, bize vasiyet eder misiniz (tavsiyelerde bulunur musunuz)?’ diye ricada bulunur. Hz. Muâz’ı isteği üzerine oturtur. Şöyle der: ‘İlim ve iman yerindedir. Onları arayan bulur. İlmi dört kişiden öğreniniz: Ebû’d-Derdâ, Selmân-ı Fârisî, Abdullah bin Mes’ud ve Abdullah bin Selâm... Zira Re¬sû¬lul¬lah’ın şöyle buyurduğunu duydum: ‘Abdullah bin Selâm, cennette 10’un onuncusudur.’
(Üsdü’l-Gàbe 3/177; Tabakât, 2/353; https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/abdullah-bin-selam-ra)
Onun şahsında devrinin İsrailoğullarının/Yahudilerinin psikolojik ve sosyolojik tahlilini yapabilmek mümkün görünüyor. Gönül, onun gibi on tane daha yahudi alimi ve kanaat önderi iman etseydi, kendisinin peygamberimize (sav) söylediği gibi ‘yalancı, iftiracı, zalim ve gaddar’lık yeryüzünde daha da azalır mıydı acaba? diye düşünmeden edemiyor!...