14.06.2025 21:57:00

İNEGÖL'E İKİNCİ MÜZE

İNEGÖL'E İKİNCİ MÜZE

2. MÜZE

Onu, kimi zaman işletmesinde yönetim kurulu başkanı, kimi zaman çeşitli etkinliklerde ön saflarda, kimi zaman da emekli maaşını aldığında seyyar bir esnafın nohutlu pilavını yerken görürüz.

Onu mütevazı yaşamı ve entelektüel kimliği ile tanırız.

O, çoğu konularda danışılan, okumayı, araştırmayı, gezmeyi seven, bir o kadarda yaptığı işin en iyisi olması için gayret gösteren, israfı sevmeyen, tasarrufu ilke edinen, İnegöl’ün renkli simalarından sanayici ve iş adamı Abdullah Ezim.

 

Geçtiğimiz gün iş yerine giderek kendisini ziyaret ettim. Hummalı bir çalışma içerisinde idi. Yerlerde, raflarda sırasını bekleyen tarihi dergiler ve 1950 li 60 lı yılların gazeteleri. 

Yazıhanesinin büyük bir bölümü adeta bir kütüphane, diğer bölümü ise tarihi objelerle süslenmiş.

Eserlere baktığımızda, hatta onlara dokunduğumuz da adeta zaman tünelindeymiş gibi, yüzlerce yıl tarihe sessiz sedasız tanıklık ettiklerine şahitlik ediyoruz.

100 yıllık bir daktilo, antika bir duvar saati ve daha birçokları geçmişteki insanların yaşam tarzını, emeğini, sabrını ve duygusunu yansıtır. 

Her eski eserin bir zamanlar birinin hayatına bir şekilde dokunduğunu hatırlarız.

Yazıhanesinden çıkıp her türlü alet, araç ve objelerin olduğu salona gittik.

O kadar farklı malzemeler gördüm ki şaşkınlığımı gizleyemedim. Yılların emeği ile biriktirilen her biri birbirinden değerli eşya ve makinelerin, önümüzdeki aylar içinde bulunduğum binada sergilenecek olması ve İnegöl’e ikinci bir müze kazandırılma çalışmaları önemlidir.

 

Merak edip Ezim’e, eski eşya toplama sevdası aileden mi yoksa sizin bir hobiniz mi diye sordum.

“Babamdan biraz var. Ama o yıllar babamdan kalanların kıymetini bilemedik. Eşe dosta dağıttık veya ilgilenemedik, kaybolup gittiler.”

Soruma devam ettim.

Burayı antika müzesi mi yapmayı planlıyorsunuz dedim.

 

HAYALİM MEKANİK MÜZE

“Eski eşya diyebiliriz, antika daha farklı. Mekanik müze tabiri benim şu andaki düşüncemle örtüşüyor, daha uygun görüyorum” dedi.

Salonu gezdikçe adeta geçmişi yaşar gibi oluyorum. Eski traktörden tutun 60-70 yıllık otomobillere, itfaiye aracından, eski telefonlara, mektup terazilerinden, damacanalara, yaylı arabalardan, motosiklet ve bisikletlere her şeyi görmek ve bulmak mümkün.

 

 

Abdullah Ezim’in yazıhanesinde sohbet ederken geçmişle ilgili hatıratlarımızı anlattık. Söz döndü dolaştı bir zamanlar Kars’ta yaşamış olan Malakanlara geldi. Ben de bununla ilgili bir hikaye anlattım. 

BALLO BEY GİBİ YAŞIYORUZ

1960 lı yıllarda Rusya ile yapılan mübadele sonucunda, Kars’ta yaşayan Ruslar ve Malakanlar Rusya’ya, Rusya’da yaşayan Türkler de Türkiye’ye geldiler. Kars’taki Malakanlar varını yoğunu satıp Rusya’ya gitmişti. Hatta bazıları ise geri dönerim düşüncesiyle paralarını Kars’ta güvendiği insanlara emanet etmişlerdi. Aradan uzun bir zaman geçti, nasıl olduysa Kars’tan Rusya’ya giden bir vatandaştan mektup geldi. O yıllar Karsta kıçının altına şamyel bağlı, ellerini geçirdiği takunya ile kıçının üstünde sürünerek yol almaya çalışan Ballo isminde biri yaşardı. Gelen mektupta içinde bulundukları durumu anlatan tek cümle vardı. “bizleri merak etmeyin, biz Ballo Bey gibi yaşıyoruz”

Bu hikayeden yola çıkarak Abdullah Ezim, bana bir alman malı engelli arabasını gösterdi. O zamanlar bu araba Türkiye de olsaydı yıllar yılı Ballo dayı kıçı’nın üstünde sürünmeyecekti.

 

 

 

 

İNEGÖL’E İKİNCİ MÜZE

Devasa salonu gezmeye devam ediyoruz. Her tarihi eserin önünde duruyor, Ezim’in açıklamalarıyla bilgi sahibi oluyorum. Yaylı bir arabanın arkasındaki yüz yıllık düdüklü tencereyi görünce şaşırmıştım. 

 

 

Az ilerisinde yine en az yüz yıllık fotoğraf makinesi, traktörler, otomobiller, matbaa makineleri, presler, ekmek dolapları, yanı başında askeri mühimmat kutuları. Sinema makineleri, mikroskoplar, yüz yıllık navigasyon, tren lambaları, kolonya şişeleri. 

 

Sobalar, radyolar, gemi çanları, cephane sandıkları, miğferler, eski buzdolapları, variller, alarm sistemi, Kağnılar, öküz arabası, yaylı arabalar vesair bir sürü tarihi eşya.

Abdullah Ezim “bunlar gördüğünüz gibi gelmedi buraya, birçoğunu kendim topladım, başaramadıklarım olduğu zaman da birilerine toplattım. 

Bakın bu ermeni işi, bunu Milano dan getirdim.” 

Bir ara durakladı daha çok eser, malım vardı ama 3 sefer hırsız girdi, birçok eşyam çalındı. En son hırsız girdiğinde parmak izine geldiler ve yakaladılar. Ama her nedense takipsizlik kararı verdiler, bir şey yapamadık. Gördüğünüz gibi benim merakım tek bir alana değil. Ne bulduysam aldım, ne gördüysem topladım.

Eğer başarabilirsem bu bir ihtisas müzesi olmayacak, herkes kendinden bir şeyler bulabileceği bir müze düşünüyorum.

2000 yılından sonra doğan çocuklara testiyi nasıl izah edeceğiz. Onu görmemiş ve yaşamamış. Hatta şu gördüğünüz cam sürahiler, annelerimiz bunun üzerine oya ile işlenmiş örtü koyarlardı, şimdiki nesil bilmez.

Şu da bir okul zil’i. Biz sınıflara bu zille girer çıkardık. Mesela bir defin için hastane mezarlığına gittiğimizde bir bakarsınız ki yakındaki okullardan ders zili yerine müzik çalıyor. Okul yöneticileri, yahu arkadaş az ileride cenaze defnediliyor, hoca dua okuyor, biz onların dikkatlerini müzik çalarak dağıtmayalım. Bunun yerine zil çalalım diye düşünmeliler. Ama onlar bu inceliği düşünmeden müziklerle bu işi yapmaya devam ediyor.

Bakın bu bir posta kutusu, eskiden mektuplarımızı bu kutuya atardık. Şimdiki çocuklara bu kutuyu göstersek bilmez. Şu mektubu posta kutusuna at desek inanın mektup nedir bilmeyen birçok çocuk var. Bu eşyaları toplamakta ki en büyük neden, insanların geriye dönük hafızalarını tazelemek, anılarıyla yüzleşmek ve geçmişle bugün arasında köprü kurmaktır.”

Bina içinde dolaşmaya devam ediyoruz. Buharlı makineler, tarım aletleri, değirmen taşları, “hurdacıya gidip çer çöp olmasın düşüncesiyle ne bulduysam almaya çalışıyorum. Kaybolmasınlar, heder olmasınlar. Yapanlara saygı duymak lazım, bu makineleri yapanların emekleri var. Bu düşünceyle ne bulursan topluyorum. Bilmiyorum doğru mu yapıyorum, sanırım bu da benim hastalığım. Kimi ava gider, kimi balığa, kimi kahveye gider kimi nargile içer, herkesin farklı tercihleri var. Benim de tercihim bu.”

“Mesela binanın ön kısmına bir lokomotif koymak istiyorum. Bu iş için ayıracak çok fazla param yok ama nasıl üstesinden gelirim de bu lokomotifi alırım diye düşünüyorum. Sahibi benim müşterim o da bendeki malzemelerle takas etmek istiyor, ama ben malzemelerime kıyamıyorum. Kendisinin Dinar da vagon yenileme fabrikası var. Benim buradan bir çöp çıkarmaya gönlüm razı olmuyor, bir şey çıktığında üzülüyorum.” 

Böyle bir müzenin girişine de bir lokomotif yakışır diyorum. 

Abdullah Ezim, “Türkiye’nin en büyük lokomotif müzesi Selçuk’tan Aydın’a doğru giderken 5 kilometre sonra Çamlık diye bir yer var, Kuşadası’na gitmiyorsun, yukarı doğru çıkıyor, Aydın’a doğru ilerliyorsun Türkiye’nin en büyük lokomotif müzesi orada. Özel sektöründür. En iyi traktör müzesi Gelibolu’dadır.

İnşallah bu müze açıldığında Türkiye’nin en güzel mekanik müzesi İnegöl’de denir, İnegöl sadece mobilyası ile değil müzeleri ile de anılır dedim.

Abdullah Ezim,” bilmiyorum asıl vermek istediğim mesajı anladınız mı? Benim amacım eski eşyaları insanlara gösterip, savurganlıklarına dikkat çekmek.

Kadınlarımız maalesef müsriflikte bayağı iyiler.

Acaba hükümetlerin tüketim toplumu olma yönünde bir payı yok mu diye söze giriyorum.

Ezim,” Bence hükümetlerden önce insanımız. Okumakla beyin gelişmiyor. Üniversite mezunu falan bununla ilgisi yok. Kadın hiç okula gitmemiş ama eşyasına sahip çıkıyor, kıymetini biliyor. Üç üniversite mezunu biri de gününü gün ediyor savurganlığa devam. 

Yani bu işlerin okumayla ilgisi yok. İnsanlar geçmişinden ders almalı, geçmişini bilmeli. İster zengin ol ister fakir, ister köylü ol ister şehirli, bizim toplum son derece tüketim meraklısı. 

Bakın tencere bile bu memlekette 40 yılda beş defa evrim geçirdi. O tencerenin taksitini ödeyen adam belki de ondan bir tabak yemek dahi yememiştir. Çünkü onlar teşhir içindir. Setler alınıyor vitri evdeki büfelerin vitrinlerine yerleştiriliyor. Hangisini ne zaman kullandık? 

Ben toprak tencereyi gördüm desem yalan söylerim, onu güveçlerde gördük. Biz bakır tencereyle büyüdük, Ortaokula Liseye giderken alüminyum tencere ile tanıştık. Askerden döndüğümde emaye tencereyi gördük, ondan sonra da çelik tabanlı tencere çıktı, çoluk çocuğumuzun rızkından kısarak şimdi de bunları aldık. Vitrinlerimiz de duruyor. Evdekiler bunlardan faydalanıyor mu? Hayır. Demek ki tüketimin hükümetlerle ilgisi yok, bunlar şahıslarla ilgilidir. Bir kere düşünmeli insan, 40 yılda 4 defa evrim değiştiren bir eşyayı evimize koyacak kadar zengin miyiz?

Müze açma fikrini ilgililerle paylaştınız mı onlardan bu konuda katkı yapmalarını istediniz mi diye sordum.

Ezim. “ Önceleri Alinur Aktaş’la görüşmüş düşüncemi anlatmıştım. Kendisi de benimsemişti, samimiydi de. Ben bu müzenin özellikle merkezi bir yerde olmasını istiyordum. Mesela hali hazırda bulunan müzenin çok yakınlarında bulunan şehre gelen insanların her iki müzeyi de rahatlıkla gezmesi ve görmesi açısından daha önceleri yanan ve sonradan restore edilen Belediye ye ait olan hanın bir bölümünde açılması talebinde bulunmuştum. Ama başaramadım” dedi.

Doğrusunu isterseniz böylesi değişik objelerle, makine alet ve edevatla, dolu bir müzenin şehrin belirli bir yerinde olması benim de temennimdir.

Umarım ilgililer bu isteği dikkate alırlar. Bu müze İnegöl’e turist kazandırma konusunda da atılan güzel bir adım olacaktır.

Bu söyleşiden ben payıma düşeni aldım. 

Umarım sizler de ince eleyip sık dokumak için harekete geçersiniz.

Kıymetli zamanını ayırıp, müzelik ürünlerini görme fırsatı verdiği ve bu söyleşiyi yapma imkanı tanıdığı için Abdullah Ezim’e teşekkür ediyorum, bu girişiminden dolayı da kutluyorum.

Tebrikler Abdullah Ezim.