16.05.2022 21:35:00

2265

İNSAN OKUYARAK MI, YAZARAK MI , GEZEREK Mİ DAHA ÇOK ÖĞRENİR?

İNSAN OKUYARAK MI, YAZARAK MI, GEZEREK Mİ DAHA ÇOK ÖĞRENİR?

İnsan Okuyarak mı, Yazarak mı, Gezerek mi Daha Çok Öğrenir?

Hani bir söz vardır ‘çok okuyan değil, çok gezen bilir’ diye. Bunları birbirinin alternatifi gibi görmek yerine hayat boyu öğrenme serüveninde üçünün de ayrı yeri olduğunu deneyimlediğimi söyleyebilirim.

Ben muhtelif mevkute kitap, dergi, makale vb. ürünler okurken zihnen geliştiğimi ve piştiğimi sanıyordum. 5 yıldan beri yerel tarih araştırmaları (ağırlıklı Atranos tarihi üzerine) yazmaya başladığımda da çok yeni hususların araştırmasına geçerek -çok daha merakımı mucip olduğu için- bence daha kalıcı konular öğrendiğimi farkettim. 

Yazdığınızda ele aldığınız konunun çok değişik cephelerini vukufiyetinizin derinlik derecesini de görüyorsunuz. Yetersizliğinizi hissettiğinizde de ister istemez mecra değiştiriyor, zihninizdeki o müphem alanı aydınlatmaya çalışıyor ve kaldığınız yerden devam ediyorsunuz.


Okurken mutlaka bir şeyler öğreniyorsunuz. Yeni kelimeler, tasvirler, usuller, olaylar vs.. Yazarken de öyle. Bahsettiğim köy ve ilçe tarihimiz üzerine yazarken gördüm ki bilmediğiniz yeni olaylar, terminolojilerle karşılaşıyor ve onların üzerine araştırmaya/malara yöneliyorsunuz. Hayretler içinde farklı noktalara ulaşıyor, beyninizde şimşekler çaktıran hususlara şahit oluyorsunuz. Bu da sizin için hazzı büyük farklı bir öğrenme oluyor. 

Mesela bir yazar (Ahmet Ümit) ‘Bir şeyi en iyi anlatmanın yolu yazmak; öğrenmenin yolu da yazmak. Roman yazdığımda en aynı zamanda öğreniyorum; mesela Elveda Güzel Vatanım’ı yazarken İttihat ve Terakki’yi öğrendim. Patasana’da Hititlerin tarihini öğrendim…’diyor. (İst 7.sayı sh.71)

Bir başka yazar (Orhan Pamuk) da ‘Veba Geceleri 1901’de geçen hem tarihi bir roman ve hem de mütevazı bir polisiye roman…5 yıl önce yazmaya başladığım bu romanı tam 40 yıldır düşünüyordum. Günümüzden 120 yıl önce geçen Veba Geceleri’ni yazabilmek için birçok tıp tarihi kitabı ve hatıra kitabı okudum. Okura 1901 yılında bir Osmanlı adasında olduğu duygusunu verebilmek için fotoğraflardan yararlandım.’ şeklinde konuşuyor. (İst 6.sayı sh.37)

Okumanın ve yazmanın yanısıra bunlarla atbaşı giden bir başka öğrenme yolu da dinlemektir şüphesiz. Okuyanı okumak da diyebileceğimiz bir etkileşim. İletişim vasıtası ne olursa olsun (radyo-tv-internet-..) Konferans, seminer, söyleşi, kişisel gelişim, belgesel, yorum-analiz vb. ufkumuzu açan yolumuza perspektif katan aktif dinlemeleri de önemsemek gerekir.

Fikir teatisi, müzakere, görüş alışverişi diyebileceğimiz ortamlar da -İçinden çıkılamaz siyasi tartışmaları kastetmiyorum- kültürel inkişafa katkı sağlayan meclislerdir şüphesiz.
‘Müsademe-i efkardan barika-i hakikat doğar veya Barika-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar’ (Fikirlerin karşılıklı tartışılmasından, çatışmasından hakikat şimşeği ortaya çıkar) diye eskiler boşa söylememişler. Eskiler ortak aklı, salim aklı bulabilmek için karşılıklı olan konuşmaya mükaleme, musahabe, müzakere demişlerdir. 

Öğrenmenin diğer bir başka yolu olan tefekkür ve kültürel incelemelerle dolu gezme ve seyahat etmeyi de ihmal etmemeliyiz. Gezenleri izlemek, gezi yazılarını okumak, bazıları kitaplaşmış seyahat notları da bana aynı tadı verir. Hatırat okumaları da o devrin şartlarına, olayların geçtiği mekanlara ve kişilerin dünyasına yönelik bir seyahat gibi geliyor açıkçası. Hatta son aylarda en çok okuduğum kitapların genellikle hatıra nevinden olduğunu söylemeliyim. 

Yani gelişmenin tek yolunun sadece okumak olmadığını, bazen dinlemek, musahabe/müzakere, dinleme, gezerek, izleyerek, yazarak da daha etkin, daha güzel öğrenebileceğimizi keşfederek anladım.

Herkese kendini ve evreni keşiflerle dolu bir öğrenme hayatı ve idrak çabasıyla yoğrulmuş yolculuklar diliyorum…