26.05.2021 21:29:00

1027

İSRAİL FİLİSTİN VE ULUSLARARASI HUKUK

İSRAİL FİLİSTİN VE ULUSLARARASI HUKUK

İsrail, Filistin ve Uluslararası Hukuk

İsrail geçtiğimiz haftalarda kendini zulmü ve pervasız tavrıyla yeniden hatırlattı. Önce Kudüs’ün Şeyh Cerrah mahallesinde Filistinli bazı aileleri zorla evlerinden çıkarttı; direnişle karşılaşınca, yine pek çok kez yaptığı gibi şiddetin dozunu arttırdı, Mescid-i Aksa’ya kadar uzanan protestolara oldukça orantısız ve sert bir karşılık verdi.

Bununla kalmadı, atılan roketleri bahane ederek Gazze’de onlarca binayı yerle bir etti, çocuklar dahil yüzlerce kişiyi öldürdü. Geçtiğimiz haftalarda neler oldu, bir bütün olarak Filistin sorunu nedir diye merak edenler için bu konuda yetkinliğine inandığım Levent Baştürk’ün şu linkteki yazılarını (https://www.saglisolluhaber.com/profil/7/levent-basturk) tavsiye edip konuya geçeyim.

İsrail’in uluslararası hukuku ihlal ettiği, uzmanlığından bağımsız olarak herkesin üzerinde mutabık olduğu bir konu. Hatta, Türkiye’de hakim yaygın kanaatin aksine, İsrail’in ihlalleri esasen ABD dışında hemen hemen hiçbir devlet tarafından da onaylanmıyor.

Yani İsrail’e açık çek uzatmış bir Batı dünyası tasavvuru çok doğru değil. Herkesin mutabık olduğu bir konu niye önemli olsun peki? Gözlemlediğim kadarıyla İsrail’in uluslararası hukuk ihlallerinin nitelik ve içerikleri pek doğru bir şekilde ele alınmıyor.

Burada ana hatlarıyla da olsa işte bu uluslararası hukuk ihlallerinin neler olduğunu anlatacağım.

Kişisel olarak İsrail’in varlığının bile önemli bir meşruiyet sorunu olduğunu düşünsem de uluslararası siyasete bir bütün olarak bakıldığında İsrail’in devletlik vasfının bir temelinin olduğunu kabul etmek gerekir. Bu vasıf ne yazık ki Filistin halkının kayıpları üzerinden tanımlanmış durumda, ama ortada yine de bir realite var. İsrail bir BM Genel Kurulu kararı ile kurulmuş bir devlet, daha doğrusu bu yönde bir karar var ve bu karar, o dönem terör yöntemlerini benimsemiş grupların devlet ilanında temel ve referans aldığı hareket noktası.

Karar ile çerçevesi belirlenen devletlik hareket alanı, dönemin egemen devletlerince de büyük ölçüde onaylandığı için söz konusu realitenin dünya siyasetinde kabul gördüğü de ileri sürülebilir. Ancak söz konusu realite kabul edilse, yani İsrail devletinin varlığı tescil edilse bile, özellikle 1960lı yıllardan başlayıp neredeyse kesintisiz bir şekilde günümüze kadar devam eden ciddi uluslararası hukuk ihlalleri söz konusu.

Bu ihlalleri dört kategoride ele alabiliriz.

Bu kategorilerden ilki Doğu Kudüs’ün ilhak edilmesi. Kudüs’ün semavi dinler için ifade ettiği anlama hiç girmeden, Doğu Kudüs’ün dünya devletleri tarafından İsrail’in egemenliğini iddia edebileceği bir alan olarak tanınmadığını belirteyim.

Diğer bir ifadeyle, Doğu Kudüs’te tam bir İsrail kontrolü var ise de ilhak kararına dayanan bu açık hukuksuzluk dünyada kabul görmüyor. Nitekim tam da bu nedenle İsrail kenti başkent olarak ilan etmesine rağmen eski ABD Başkanı Trump’ın skandal kararına kadar hiçbir devlet Kudüs’te büyükelçilik açmamıştı. İsrail’in bir başka ilhak tasarrufu da Batı Şeria’nın bazı kısımları ile ilgili.

Aynen Doğu Kudüs gibi, Batı Kudüs de İsrail’in parçası değil, ama buna rağmen İsrail önce yasadışı yerleşim yerleri inşa ederek sonra da yeterince “Yahudileşmiş” olduğuna kanaat getirdiği bölgeleri ilhak ederek Doğu Kudüs’tekine benzer bir ihlal gerçekleştiriyor.

Kategorilerden ikincisi ise işgal. İlhakın aksine, İsrail işgal ettiği bölgeleri kendi ülkesinin bir parçası olarak görmüyor, böyle bir ilanda bulunmuyor. Ancak aynen ilhak edilen Doğu Kudüs ve Batı Şeria’nın bazı kısımları gibi işgal edilmiş topraklar da İsrail egemenliğinin dışında, dolayısıyla işgal edilmiş alanlardaki İsrail kontrolü de bir uluslararası hukuk ihlali.

Yine belirtmek gerekir ki bu işgaller de tanınmıyor. Filistin özelinde halihazırda İsrail’in işgal altında tuttuğu Filistin toprağı ise Batı Şeria’nın ilhak edilmemiş kısımları. Bu alanlarda İsrail Filistin Yönetimine (Palestinian Authority) bazı kısmi yetkiler devretmişse de kontrol yine büyük ölçüde İsrail’in elinde. İsrail Gazze’de ise 2005 yılında işgali sona erdirdiğini ilan etti ve Gazze’den tamamen çekildi. Dolayısıyla Gazze’de halihazırda bir İsrail işgali söz konusu değil. Ama Gazze’ye bütün giriş çıkışları yine İsrail kontrol ediyor.

Uluslararası hukuka aykırı olmasına rağmen Gazze’ye deniz ablukası uyguluyor.

Üçüncü kategori ise İsrail’in Filistin topraklarında (Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze) uluslararası suç işlenmesine zemin hazırlaması. Uluslararası suçlardan ilk elde devletleri sorumlu tutmak kolay değil çünkü esas olarak soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçlarından oluşan uluslararası suçlar ile ilgili olarak bireyler yargılanıyor.

İsrail’in işgal ve ilhak ettiği Filistin topraklarında İsrail devlet ve hükümeti ile ilişkili kişilerce işlenmiş ve belgelenmiş yığınla suç bulunuyor. Bu suçların başında işgal edilmiş bölgelerin demografik yapısının değiştirilmesi bulunuyor. İlaveten, Gazze’ye yönelik saldırılar dahil silahlı şiddet içeren hemen hemen bütün tasarruflar orantılılık ve ölçülülük ilkelerinin belirgin bir şekilde aşıldığını dolayısıyla yoğun ve sistematik savaş suçları işlendiğini düşünmek de mümkün. Halihazırda Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Filistin topraklarında işlenen bu suçların tamamının yargılanabilmesi konusunda soruşturma yürütüyor.

Dördüncü kategori ise aslında daha kapsamlı ve bir yönüyle doğrudan uluslararası hukukun ana ilkelerini, başka bir yönüyle de insan hakları hukukunun ihlalini içeriyor.

Konuyla ilgili iki temel bilgi vereyim.

Birincisi, yukarıda sözünü ettiğim Filistin toprakları (ki resmi olarak İşgal altındaki bölgeler—Occupied Territories olarak isimlendiriliyor) dışında İsrail sınırları içinde yaşayan 3 milyon kadar Filistinli var. Yani Gazze, Doğu Kudüs ve Batı Şeria dışında, İsrail şehirlerinde yaşayan İsrail vatandaşı Filistinlilerden söz ediyorum (bildiğim kadarıyla Doğu Kudüs’teki Filistinlilerin özel oturum izinleri bulunuyor). İkincisi, bir devletin, uluslararası hukukun temelini oluşturan bazı temel kurallara (bir tür uluslararası hukuk anayasası da diyebiliriz buna) uyması beklenir (soykırım yasağı, işkence yasağı vb.). Bu iki bilgi çerçevesinde dikkat çekeceğim uluslararası hukuk ihlali ise İsrail’in, artık muteber raporlarda da ispat edildiği gibi bir apartheid rejimini muhkem kılmış olması. (Apartheid tanımı: “Yasa, uygulama ve örgütlü şiddeti kullanarak bir grubun başka bir gruba üstünlüğünü pekiştiren rejim apartheid rejimidir.” Bakınız: https://www.btselem.org/sites/default/files/publications/202101_this_is_apartheid_eng.pdf. Linkini verdiğim kurum, İşgal edilmiş Filistin topraklarındaki insan hakları ihlalleri ile ilgili önemli çalışmalar yapan İsrailli bir sivil toplum örgütü, meseleyi Yahudi düşmanlık ve nefretine dönüştürmemek gerektiğini anlatmak için bu notu ekliyorum.)

İsrail’in apartheid rejimi ile yönetiliyor olması ne demek peki? Şu demek: sadece işgal edilmiş Filistin topraklarında yaşayan Filistinlilerin değil, doğrudan İsrail vatandaşı olan Filistinlilerin de hakları sistematik olarak ihlal ediliyor ve bu ihlaller İsrail yasalarına uygun bir şekilde yapılıyor.

Yani ortada ihlalleri normalleştiren, yasalaştıran ve meşrulaştıran sürekli bir hukuki ve politik durum var. Apartheid ise son derece açık bir uluslararası hukuk ihlali. Bilindiği üzere, bir beyaz ırkın üstünlüğüne ve tahakkümünün tescil ve tahkimine dayanan Güney Afrika rejimi, uluslararası baskı ve yaptırımlar sonucunda çökmüştü.

Dolayısıyla apertheid iddiası İsrail rejiminin meşruiyeti açısından son derece önemli. Her ne kadar İsrail apartheid iddialarını sert bir şekilde reddetse ve iddialar henüz dünya kamuoyunda yeterince tartışılmamışsa da ok yaydan çıktı bir kere. İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) gibi son derece güvenilir ve muteber insan hakları örgütlerinin hazırladığı detaylı raporlar durumu net bir şekilde ortaya koyuyor.