İsrail ve Kışkırtmaya Çalıştığı Etnik Yapılar
Suriye’de yeni kurucu devlet yönetimi ve aşkla özgür Suriye’yi inşa etmek isteyen mazlum milleti ülkeyi uzun yıllar yıpratılmışlıktan istikrara kavuşturma heyacanı yaşarken, komşusu İsrail de güçsüzlüğünden de istifade ile onlarca defa sınır ihlali, bombalama, kendine karşı tehdit (!) gördüğü bahanesiyle istediği yeri vurmaya devam ediyor. Aynı zamanda zalim İsrail, ülkeyi üçe dörde bölme ve kendi aklınca hristiyan, Nusayri, Dürzi, Kürt vb unsurları kullanarak coğrafyayı değiştirme ve dönüştürme planlarını da sürdürüyor. İsrail’in bu sinsi planlarını icraata dökmek ve halk bütünlüğü bozma arzusuna ulaşmak isterken özellikle ehli sünnet itikadına aykırı yapılarla hareket etmek istediği görülüyor.
Batınî Mezhepler gerçeği
Suriye, mevcut sınır yapısını tek devlet olarak muhafaza etmek isterken, tam aksine İsrail’in uzun yıllar öncesinden otonom yapılar kurabileceği gizli ajandası olan Batıni yapılarla bugünlere hazırlık yaptığı anlaşılıyor. Büyük bir çoğunluğu devlet yanlısı bir tavır sergilerken asırlardır bölgede yaşayan sünnî İslam karşıtları ve özellikle batınî/gizli mezhep teşekkülleri de İsrail yanlısı tavır sergilemeye müheyya görünüyor. Tabii ki her yapıda olduğu gibi onların da içlerinde farklı düşünenler olabilir.
Batıniyye, İslam coğrafyasında teşekkül etmiş, kendilerini İslamla ilişkilendirmekle beraber genel görüşün dışına çıkarak İslamî kelime ve kavramların içini boşaltarak kendilerine has yorumlarla dolduran gulat/aşırı fırkalar olarak tarif edilir.
İmam Hatip Lisesi, İlahiyat Önlisans ve İlahiyat lisan tamamlama / İlitam eğitimlerimiz esnasında Dinler Tarihi, Mezhepler Tarihi, Kelam, İslami İtikat/İnanç Esasları gibi derslerimizde de görürüz ki sayıları evvelce daha çok iken zamanla azalmış fırkaların arasında Nusayrilik, Dürzilik ve Yezidilik / Ezidilik öne çıkar. Hemen hemen üçü de Aleviliğin başka bir boyutu olarak anılır ve Şii İslam geleneğinden başka Sabiîlik, Mecusilik, Musevilik, hristiyanlık vb. inançlardan etkilendiği kaydedilir. İsrail’in kullanmak istediği bu üç yapıya kısaca değinelim.
Nusayrilik
Nusayrilik 9. Asırda Muhammed bin Nusayr en-Nemirî (ö.883) tarafından kurulan bir fırkadır. İbni Nusayr, Nemirî, Ebu Şuayb adlarıyla da anılan zat, Irak havzasında şekillenen hulûl, ittihad, tenasüh gibi eski inançlardan da etkilenerek değişik düşünceler serdetmeye başlamış, 12 imamdan bazısına uluhiyet izafe etmiş, kendini elçi olarak vasfetmiş, bazı haramları helalleştirmiş, kendisinden sonra gelen müntesipleri tarafından Suriye ve Irak’ın belli bölgelerinde üstlenmişlerdir. Kur’ana, peygamberimize, meleklere inanmakla birlikte uluhiyet ve tenasüh inançları, ibadet esasları tevillerle farklılaştırıldığı için ehli sünnet ulemasınca kabul görmemiştir. Daha sonra ikiye ayrıldıkları, muhtelif devlet yönetimleri esnasında geliştikleri ve yasaklandıkları için geriledikleri de olmuştur. 1.Dünya savaşı sonrası Fransızlar kendilerine ayrı bir statü bile vermişlerdir. Nusayriler özellikle uzun yıllar zalim Nusayri Esed rejiminin hakimiyetinde idare edilen Suriye’de (Lazkiye merkezli ülke nüfusunun % 10-15’i civarında), Türkiye’de (sayıları tam bilinmeyen Hatay, Adana, Mersin civarında) ve Lübnan’da (tahmini 5 milyon nüfus içinde 10 bin civarında) ağırlıklı olarak yaşadıkları tahmin edilmektedir.
Dürzilik
İsrail’in son günlerde Suriye’yi karıştırmaya matuf ve özellikle Dürzilerin gündeme gelmesi sebebiyle kısaca bu fırkayı da kısaca işleyelim:
Fatimîler dönemi 6.halifesi Hakim-Biemrillah devrinde (996-1021) halifenin kendisinin de öne ayak olmasıyla ona uluhiyet vehmeden veziri Hamza bin Ali tarafından Şii-İsmaili kolunun yine batinî gulat fırkası olarak kurulmuş olsa da Hamza’nın yakını ve Buharalı bir Türk olduğu da söylenen ve fırka adına aktif çalışmalar yapan Anuş Tekin / Neştekin ed-Derezi’ye (Muhammed bin İsmail) nisbet edilerek anılır olmuştur. Farklı teleffuzlardan en öne çıkanı Dürzilik kullanımına sahip fırka, tarih içinde (…gibi) muhtelif isimlerle de anılmıştır. 21 yıllık ön çalışma, keşif ve hazırlık safhalarında sonra 1017 (h.408) yılında halife Hakim-Biemrillah tarafından ilan edilmiş ve hareketin imamının veziri Hamza olacağı açıklanmıştır. Halifenin gözdesi ve fırkanın adını kendisinden aldığı Türk, Kahire’de yeni görüşleri yayma imkanı bulamayıp tepki ile karşılaşınca halife tarafında Şam diyarına gönderilmiş ve bu bölgede faaliyetlerine devam etmiştir. Dolayısıyla Lübnan, Suriye ve Türkiye’deki Dürzilerin öncüsü olmuş ancak mezhebin imamı Hamza ile öncülük adına mücadeleye girmesi nedeniyle halife emriyle 1019 yılında öldürülmüştür. İki yıl sonra uluhiyet isnat edilen yani Allah’ın kendisinde tecelli ettiği/onun ruhuna hulul ettiği söylenen halife Hakim de meçhul kişiler tarafından aynı akıbeti yaşamıştır. İmam Hamza Mısır’da yayılma imkanı bulamayınca o da Lübnan/Şam tarafına göçmüş, 1027 yılında önderliği devrettiği Muktena Bahaeddin (Ali bin Ahmed es-Semmûkî) de 1042 yılından itibaren inziva ve gaybete girerek gizli bir yapı, kapalı bir topluluk olarak çalışmalarını sürdürmüştür. Farklı bölgelere davetçiler gönderilmesine rağmen üst kurulan Biladü’ş-Şam’da (Lübnan, Suriye, Filistin, Ürdün bölgesinde) taraftar bulabilmiştir. Uzmanlarınca mensuplarının sayıları 450-500 bin civarında olduğu tahmin edilen Dürziliğin dönemin (Zerdüşlük, Maniheizm vs.gibi) farklı inanç ve felsefelerinden etkilendiği kabul edilmekte, itikat ve ibadet esaslarında –konuyu uzatmamak için girmiyorum- çok sayıda İslama aykırı görüşleri olduğu kaydedilmektedir.
Dilimizde kullanılan dürzü kelimesi bu mezhebin bir Türk’ün adıyla anılmasından dolayı aykırı davranan kişilere hakaret ve aşağılama anlamında söylenegelmiş olması muhtemeldir. Nitekim Osmanlı döneminde de barışık yaşadığı dönemler olsa bile devlet Dürzi bölgelerin yönetiminde muhtelif sorunlar yaşamış, sıkıntılı evreler geçirmiştir. Vaktiyle Haçlılarla müşterek hareket eden Dürziler örneğin Osmanlı dönemi esnasında hristiyan Marunilerle beraber olmuş, Osmanlı sonrası Fransız ve İngilizlere taraf olabilmişlerdir.
Yezidilik/Ezidilik
Çıkışı hakkında üç dört görüş olmakla birlikte en öne çıkanı farsça melek manasına gelen İzed veya tanrı manasındaki Yezdan kökünden geldiği rivayetidir.İzdi, izidi, Ezidi şeklinde kullanımları vardır.Nasturi, Sabii, Zerdüşti geleneklerden etkilendiği söylenir. Başlangıç olarak Suriye’de doğmuş Şeyh Adî bin Müsafir’in (1074-ö.1160) adı geçer. Yaygın kanıya göre kendisi İslami ve tasavvufi bir öze sahipken ardından safiyetini yitirmiş ve üç ayrı kolu olduğu söylenir.Zaman içinde muhtelif yönetimler altında barışık yaşadıkları dönemler olduğu gibi İslam dışı söylemleri ve isyan girişimleri nedeniyle Müslümanlarca kendilerine mesafeli durulduğu kaydediliyor. Irak’ta 20-30 bin, Suriye’de 5-6 bin, ülkemide özellikle güney doğu bölgesinde birkaç bin mensubu olduğu belirtiliyor.
Siyonist İsrail’in hesabı
Beş cephede savaş açan İsrail’in analistler tarafından kendi iç sorunlarını örtbas etmek için dikkatleri dışa çekmeye çalıştığı dile getiriliyor. Hatta 6. Cepheyi ülkemize açacakları tehdidinde bulunmaktan bile kaçınmıyor. Suriye’nin kuzeyinden açmaya çalıştıkları Davut Koridoru’nu açamayınca güneyden denemeye kalktılar. Bölgede coğrafyayı değiştirecekleri iddialarını, Suriyenin devlet bütünlüğünü bozarak mevcut yönetimin dışında kontrollerinde Nusayri, Dürzi, Kürt bölgesi gibi 3-4 küçük devletçik kurmayı hedeflediklerini çoktan beridir izhar ediyorlar. Hesaplar hep yolunda gitmez bazen ters teper. Bazen ‘evdeki hesap çarşıya uymaz’ Kendilerinin hesabı varsa Allah’ın da bir hesabı vardır. Onlar zulmün zirvelerine tırmanarak zalimliğin tarihini yazarken dünyanın her ülkesindeki en zengin Yahudi ailelerine ve onları himaye eden ağabeylerine güvenedursunlar gönülden inanıyoruz ki kazananlar mazlumların safında yer alanlar, aktif sabır ve tevekkülün yanı sıra her türlü tedbirlerle beraber Hasbünallah demeye devam edenler olacaktır.