Eski zamanlarda, zenginliği ile tüm dünyaya ün salmış bir Hükümdar varmış. Biraz da gösteriş meraklısı olan bu Hükümdar, her gittiği yere, hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten zevk alırmış.
Gösteriş meraklısı bu Hükümdarın, hiç yanından ayırmadığı, en çok güvendiği, tek akıl hocası bir Bilge Kişi varmış… Bir gün Hükümdar, bu Bilge Kişiyle otururken, ona şöyle bir soru sormuş; “Sen ki, göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın. İnsanlar, ister hükümdar kadar güçlü, ister savaşçılar kadar onurlu olsun, Bilge Kişinin ayağına kapanır, ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi, senin gibi Bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim… Benim hükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünüyorsun?”
Bilge kişi bu soru karşısında, biraz düşündükten sonra “Diyelim ki, Hükümdarım siz, kızgın güneşin altında uçsuz, bucaksız bir çöldesiniz. Bir damla içecek suyunuz yok. Ölmemek için, size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?” diye sormuş…
Hükümdar hiç tereddüt etmeden “Verirdim tabii” demiş…
Bilge kişi devam etmiş; “Zaman geçti diyelim, susuzluğunuz arttı, size uzatacağım bir sonraki bardak su için servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?”
Hükümdar, biraz düşünmüş ve ardından “Ölmemek için evet” diye cevap vermiş…
Bunun üzerine Bilge kişi gülerek Hükümdara, “Madem öyle, o zaman fazlaca övünmenize gerek yok. Çünkü, haşmetlim sizin servetiniz yalnızca iki bardak sudur” demiş…
Kıssadan Hissemiz bu günlük de bu kadar.
Evet, şimdi biraz düşünelim…
Bilge kişi, Hükümdarla aralarındaki diyaloğu çok anlamlı bir cümle ile bağlamış değil mi?...
Gerçekten zenginlik, sanıldığı gibi mal, mülk, para, pul, hatta sağlık değildir. Gerçek zenginlik gönül zenginliğidir. Gönlünüz huzur içerisindeyse, başınızı yastığa koyduğunuzda, huzurla uyuyabiliyorsanız, sizden zengini yoktur…
Sağlıklı, mutlu, bereketli ve daha da önemlisi huzurlu bir hafta dileklerimle…