17.10.2021 21:08:00

923

KÜÇÜK DÜNYADA KÜÇÜK DÜNYANDA

KÜÇÜK DÜNYADA KÜÇÜK DÜNYANDA

KÜÇÜK DÜNYADA, KÜÇÜK DÜNYANDA, KÜÇÜK DÜNYANLA ALDIĞINI YOL SANAN CAN’A!

   Bir varmış, bir yokmuş diye başlar o çocuk saflığının ruhuna dokunan tüm masalları. Sonu; okur yorumuna kalmış, açık uçludur hepsi. Mutlu sona inanmışlara gökten elmalar düşer; sonsuz alemler yaşanan bu küçücük dünya gezegenine sonlu gelmiş gitmiş, gelmiş henüz gitmemiş milyarlarca konuşan düşünürlere özel, Yaradan’ın kusursuz rengarenk kelem ucuyla her teki için yazdığı kenzine has hikayesi işlenmiştir nakış nakış canlardan tenlere.

   Gel zaman git zaman beyaz devler, mavi cüceler, uçan ejderhalar kılığına bürünmüş insancık egoları nefislerinin peşinde koşar olur. Masal bu ya kaderi yazana, yazgısının kendi çabasıyla şekil alabileceğinin farkında olana saygımızdandır masal kahramanlarına yargı boyutunda yorum yapmamak. Vardır 1 bildiği, büyük resmi çizenin; çoktur sırrı, zamanı gelince öyküyü bütüncül değerlendirip ÖZ’den gönle akan ANlık mesajları okuyup yola devam edenin bütünle hemhal oluşunun. Yolun, yolcunun, yolculuğun teklenmesine vesile olur kiminin, aslında görebilenin rüyası. Veryansın edip söverken birilerinin gelmişlerine geçmişlerine, bir bakarsın gün gelir teşekkür ederken bulursun kendini eskinin zat-ı şahanelerine. Olan bitenden zannedersin salladığın dedenin beşiğinin çıkardığı tıngır mıngırının sesini. Halbuki yol 1’dir gidene, aslında alınacak yol da yoktur yola düşene. Olmazsa olmazıdır bu yolculuğun bin bir kılığa bürünen ayrı kahramanlar olarak görünen TEK TEK isimleri. Farklı olsa da kimlikleri, 1’dir iç sesleri.

   Kim ki çıktı karşına, ayna oldu huyuyla, yaşattığıyla sana. Kulağı kesiklere, teşbihlerle bolca duyurulduğu, ancak kavranabilecek noktaya gelene kadar ateşten giymediğin gömleğin kalmadığı, her şeyin anda var olup anda yok olmasını fark edemediğin taktirde, gözüne sokula sokula, kafana vurula vurula aynı tepki aynı sonuç ilkesinin yaşatıldığı, O’nun şahitliğine uyandıran, seni senden başka kimsenin duymadığı sessiz çığlıklar, iz sürmeye atılan ilk koşar adım ve sonrası…

   Mutlu sona vardığın noktada ne can acıtan bir kişi kalır, ne canı acıyan bir sen. Sen izin verdiğin sürece rol kimlikleriyle yaşamına dokunan en azılı öğreticiler, katilin en yakınından çıkması misali, aslında kendi ellerinle şekil verdiğin, sırası gelince repliğini söyleyip sahneyi terk edecek kişilerdir yaşam adlı sana özel oyununda. Sonradan ayarsın, bir gün bir yerlerde, masalı O’nunla 1likte yazdığına.

   Kompleksler içinde kıvranan yokluk, kıtlık bilincine uşaklık eden, gözleri vardır görmezler, kulakları vardır duymazlar; içlerindeki narsist kişilik yangınlarını hiç söndüremediklerinden olsa gerek o dev alevlerin içinde yanar dururlar.

   Tüm masalların tasarımı gereği ‘figüran’ların repliklerine de ihtiyaç vardır. Kelimenin açılımı, oyunda var olan sahnelere yardım etmek ile görevli çeşitli roller üstlenen kişi şeklindedir. Aralarında rol çalmak isteyenler, ya yanlış ezberleri ya da eksik oyunculuk bilgilerinden dolayı, izleyicide gerekli etkiyi bırakamazlar. Farklı oyunlara transferleri, başka mini rollerle sözde ve gösterişte emek; ancak gerçeği bilene, görene sabır olan çalıntı rızıkla hayata tutunma çabaları, bana göre kolaycılık onlara göre özgürlük diye tabir edilen bir akımın hizmetkarı oluşlarındandır.

   Yeri gelince öykü yazarı, baş kahraman, asıl oyuncu, masal okuyucu, eleştirmen; yeri gelince de izleyici, gözlemci kılığında tarafsızlığını ilan eder insan bir zaman sonra.  İşte tam da o zaman ne masalın kurgusuna dahil olan kahramancıkları zarar verebilir baş röle, ne de esas kahraman döndürürken dünyayı etrafında, kendisi izin verir figüranların rol yürütmesine.

   Yol ayrımına gelmiştir artık: Bilir ki; varsa kırdığı, kendi kalbidir parçaladığı; varsa çaldığı, haksız yere  aşırdığıdır havasını attığı; varsa yerdiği, kendine yazgı olur dediği; varsa üzdüğü, kendinedir ettiği, varsa telaşı, kendinedir geç kaldığı… Varsa çıktığı, kendi yoludur; varsa bulduğu, kendi aradığıdır; varsa doğduğu, kendi ruhudur… Bi haber değildir artık yazgısı, boşadır diyemem dünyası, diline pelesenk olmuştur duası: ‘Yoldur bilene, hakikattir anlayana, marifettir işletene, Mevlid’dir doğumun sırrına erene’

   İsyan değildir, aksine ilhamdır şu mısraları dinleyenlerin yüreğini en derinden yakalayan naif yakarışın, açılacak kapının O’ndan O’na, gönül derinliklerine kendi elleriyle gömdüğü gizli hazinenin şifresiz yazılımını kavrayanlarda gülümsemeye dönmesi.

 Mealler kendimcedir.

‘Ne olur aç kapıyı!              (=(Kapalı) kapı mı var ki?)
Yine tat yüreğim acıyı.       (=Acıyı tatlı ile 1le sen gönlüm.)
Yenildik mi biz maziye?     (=Demde demlenen kazanır.)
Aç kapıyı!’                            (=O kapı hep açık(tı).)

   İyi okumalar, iyi dinletiler, iyi seyirler diliyorum kendi masalını kendi kurgulayanlara. Sensiz, kurgusu eksik kalacak bu mükemmel tasarımda: 

   Kimseyle olmasın yarışın, kendinle olsun barışın! Bilesin kendi CAN’ındır acıttığın!

Dip not: Yazının, fonda Sertab Erener’den ‘Yanarım’  ile birlikte, bir kez daha sindirerek okunması tavsiye edilir.