17.03.2021 13:26:00

1923

MODERN SAVAŞ HUKUKU VE SİYER

MODERN SAVAŞ HUKUKU VE SİYER

Modern savaş hukuku ve siyer

Uluslararası hukuk tarihine odaklanan akademik çalışmalar genel olarak İslami düşüncenin bu konudaki katkısını görmezden gelmektedir. Halbuki modern uluslararası hukukun öncüsü ve kurucusu olarak kabul edilen Batılı düşünürlerin fikir ve yaklaşımlarına bakıldığında bu düşünceler ile temel İslami yaklaşım ve önermeler arasında belirgin benzerlikler olduğu gözlenmektedir.

Özellikle İslam hakimiyetinin yüzlerce yıl sürdüğü Endülüs üzerinden Batı dünyası ile İslam’ın birbirleri ile etkileşime geçmesi İslam’ın siyer yaklaşım ve içeriğinin en azından bazı yönleriyle Batılı düşünürlerce içselleştirilmiş olabileceği ihtimalini güçlendirmektedir. Bu etkileşimin bir sonucu olarak, özellikle savaşın nasıl yürütülmesi gerektiği ile ilgili olarak İslam siyerinin benimsediği ve önerdiği kuralların ve prensiplerin Batılı düşünürlerce dikkate alındığı düşünülmektedir.

Kimi araştırmacılara göre Batı dünyasında savaş ve barış ile ilgili temel uluslararası hukuk kuralları geliştirilmeden çok daha önce İslam özellikle savaş konusunda bazı temel ilkeler ortaya koymuştur.

İslam hukukunun bir parçası olmakla birlikte yarı otonom bir kimliğe sahip olan siyer, teknik anlamda silahlı çatışmalarda Müslüman yöneticilerin ve savaşçıların uyması gereken kuralları belirlemekte, daha önemlisi hukuki olarak üçlü bir ayrıma giderek yer yüzünü İslam ülkesi (dar’ül İslam), savaş ülkesi (dar’ül harb) ve barış ülkesi (dar’üs sulh) kategorilerine ayırmaktadır. Siyer başlangıç itibarı ile İslam peygamberinin savaşlarını ve hayatını konu ediniyor ise de sistematik bir çalışma alanı olarak söz konusu üçlü ayrım üzerinde gelişen entellektüel bir hukuk alanına işaret etmektedir.

Siyer alanında Müslüman düşünür ve hukukçuların geliştirmiş olduğu kural ve standartlar ile modern silahlı çatışmalar hukuku özelinde, modern uluslararası hukukun üzerinde inşa edildiği ilkeler arasında belirgin ve çarpıcı benzerlikler söz konusudur.

Modern uluslararası hukukun öncüleri sayılan bazı isimlerin İslam’ın özellikle hukuk ve tarih konusundaki mirasından istifade ettikleri sıklıkla dile getirilmektedir. Özellikle İslam etkisinin siyasi olarak da daha yoğun hissedildiği İtalya ve İspanya’da yetişen Fransicso Victoria, Baltazar de Ayala, Alberico Gentili gibi isimlerin yanı sıra uluslarararası hukuka düşünceleri ile yön veren Hugo Grotius’un da söz konusu mirastan etkilenmiş olma ihtimali oldukça yüksektir. Elbette modern uluslararası hukuk ile ilgili öncü isimlerin teori ve görüşlerinin tamamen İslam’ın siyer düşüncesi ile örtüştüğünü ya da bundan mutlak anlamda etkilendiğini söylemek abartılı olacaktır.

Ancak Grotius’un İstanbul’da İslami kaynakları incelemesi ile belli bir yetkinliğe kavuştuğu gibi kısmi bir takım etkilenmelerin de kabul edilmesi gerekmektedir. İslam’ın uluslararası hukuk üzerindeki etkisini inceleyen çağdaş araştırmacıların bir kısmı da İslami düşüncenin özellikle haklı savaş tartışmaları çerçevesinde dile getirilen endişe ve önceliklere benzer noktalardan hareket ettiğini ve bu konuda ahlaki bir zemin inşa ettiğini belirtmektedir. Buradan hareketle de İslam’ın uluslararası hukuk yaklaşımının genel anlamda modern uluslararası hukuk, özelde de savaş hukukunun günümüz yorumuna belirgin bir etkisinin olduğu iddiası kabul görmektedir.

Ancak belli bir noktadan sonra aslında bu benzerlikler çok fazla bir şey ifade etmemektedir. İslam’a atfedilebilecek apayrı bir uluslararası hukuk anlayışından söz edebilmek için modern uluslararası hukuk üzerindeki ikincil İslam etkisinin ötesinde bir analize ihtiyaç bulunmaktadır. Bu konuda göze çarpan iki handikaptan söz etmek mümkündür.

Birincisi, modern çağ Müslüman araştırmacı ve yazarlar, İslam’ın uluslararası hukuka katkısını abartmakta, dahası Batı dünyasında ortaya çıktığı şekliyle uluslararası hukuku yine abartılı bir şekilde eleştirmektedir. İslam’ın her türlü iyiliğin ve ilerlemenin, buna karşılık da Batı’nın her türlü geriliğin kaynağı olduğu şeklinde kendini gösteren reaktif ve içe kapanmacı tutum, tanımlanabilir bir İslami uluslararası hukukun ortaya çıkmasını engellemektedir. İkincisi, İslam fıkhı ve dolayısıyla siyer, yüzlerce yıl öncesinden olduğu gibi günümüze taşınmakta ve herhangi bir eleştirel süzgece tabi tutulmamaktadır. Bunun bir sonucu olarak mesela esirlerin öldürülmesi ya da köleleştirilmesi gibi modern zamanlarda hiçbir anlam ifade etmeyen hukuki görüş ve hükümler sanki sahici bir İslami uluslararası hukukun parçası muamelesi görmektedir.

Bu da esasen, eğer üzerinden bir uluslararası hukuk ve uluslararası ilişkiler teorisi üretilecekse, İslam’ın ve İslam hukukunun günümüz uygulamalarını içerecek ve anlamlandıracak şekilde yeniden yorumlanmasını gerektirmektedir. Ancak özellikle uluslararası ilişkiler veya genel olarak siyaset teorisine atıfla ele alındığında mevcut haliyle İslam hukuku klasik dönem İslam düşünürlerinin iddiaları ve önermelerine büyük ölçüde dayalı bir görünüm arz etmektedir.

Diğer bir deyişle, mevcut sınırlı literatürde İslam uluslararası hukuku diye ileri sürülen kavramsallaştırma ve teorik çerçeve günümüz ihtiyaçlarına cevap verebilir nitelikte olmadığı gibi açıklayıcılık gücünden de yoksundur. Bu nedenle de şayet bir İslam uluslararası hukuk teorisinden söz edilecekse bunun İslam’ın ve İslam hukukunun ana ilkeleri ve ontolojisi üzerinden yapılması gerekmektedir. Aksi takdirde, İŞID gibi vahşi terör örgütlerinin İslam’a atıfla meşruiyet devşirmelerine entellektüel bir itiraz mümkün olmayacaktır. (Devam edecek).