11.04.2022 15:06:00

3365

ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA

ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA

ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA

Hayatımızın ilk yıllarında yaşadığımız anılar hiç silinmeden kalıcı izler bırakıyormuş. Benimde çocuk yaşlarımdaki köy anılarım hiç unutulmadan ne güzel izler bırakmış.
Kağnı ile gittiğimiz dağların ardındaki köyümüzde bizi bekleyen dedemiz, babaannemiz, halalarımız, amcalarımız, kuzenlerimiz olurdu.
Senede bir ay biz şehirde yaşayanlar dedemin etrafında toplanırdık. Evimizin mutfak olarak kullanılan ocak başının bir tarafına büyükler için, diğer tarafına çocuklar için yer sofraları kurulur, çıtır çıtır yanan odunların sesi ve gaz lambası ışığında güzel muhabbetler yapılırdı.


Şehirde seyrettiğim Ayşecik filmlerini büyük keyifle anlatırdım. Odalarımız köyümüzde dokunan Bardız kilimleri ile döşenmişti. Raflarda evin en büyük kızı halamın özenle dizdiği çinko sahanlar, tavandan asılarak içinde tereyağı yapılan yayıklar, un ambarları hala unutulmadan duruyor anılarımda.
Her akşam babaanneme beni mutlaka erkenden uyandırmasını söylerdim. Sabahın ilk ışıkları ile uyanıp koyunların otlatılmaya götürülmeden önce kuzuları ile buluşmalarını seyretmek nasıl güzel olurdu. Bu saatlerde derinlerden gelen çıplak sesle okunan sabah ezanı beni başka dünyalara götürür, içimi hüzün kaplardı.
Gün boyunca ev halkının yapacağı çok işleri vardı. Yalnız kaldığım zaman evimizin biraz ilerisinde akan derenin kenarına gider, dalları aşağıya doğru sarkan (herhalde salkım söğüt ağacıydı) ağacın altında iri boydaki karıncaların telaşlı koşuşturmalarını izlerdim. Her nedense bu durumum biraz tuhaf karşılanırdı.
Özgürce gezen ve kümeste yumurtlamasını beklediğimiz birçok tavuğumuz vardı. Bir yumurtaya bir sakız veren bakkala koşarak, avucumda sıcacık duran yumurtayı uzatmak ne kadar keyifli idi. Hala elime her yumurta alışımda o günleri hatırlarım.
Akşam güneşi batmadan, önce koyunlar daha sonra mandalar ve inekler çayırdan aheste aheste yürüyerek ahırlarına dönerken, evin önündeki tuz taşından kocaman dilleri ile tuz yalayıp su içerlerdi.
Hepsi de kendi ahırlarını bulur, gidip sessizce yatarlardı. Doğrusu benim için çok şaşırtıcı idi.
Kız kardeşimle korkusuzca birer mandanın kuyruğundan tutar arkalarından yürürdük.
Benim dedem çiftçiydi. Tarlasında buğday eker, tırpanla biçer, köyün değirmeninde kışlık ununu hazırlardı. Onun akşam olunca yorgun argın eve dönüşünü, bir semaver çay içişini hiç unutmam.
Çoğu kez gelinleri, çocukları, torunları ve diğer akrabalarımıza çağ kebap ziyafetleri verirdi.
Günlerce cağ kebap çöplerini bıçağı ile yontarak özenle hazırlardı. Nalbanttı dedem. Atının ayağını dizlerinin arasına alıp temizler, nalını çakardı. Çok olmasa da birkaç kovan ile arıcılık yapardı. Özel kıyafetlerini giyer bizleri kovandan çıkardığı ramka ballarla, evde yapılan tereyağları ve yoğurtlarla, ev ekmekleri ile besler, tos tombalak gönderirdi şehir e.
Demir döverdi. Evin altındaki sundurmada deriden körükle canlandırdığı ateşte demiri kızdırır, suya sokar tekrar döverken, onu hayranlıkla izlerdim.
Dedem hem eski yazıyı bilirdi, hem de harf inkılabı ile okuma yazma seferberliğinde yeni yazıyı öğrenmişti. Çok güzel yazısı vardı.
1990 yılında 90 yaşında ebediyete uğurladık. On bir çocuk 40 a yakın torun bıraktı geride. Bizlere yaşattığı bütün güzellikler için onu her zaman rahmetle ve minnetle anıyorum. Mekanı cennet olsun.
Büyükşehirlerimizde devasa binaların, camdan kulelerin, rezidansların arasında mutsuz ve nefessiz hissedince kendimi, çocukluğumu ve köyümüzdeki ağacın altında, tabiatın musikisini dinleyip, karıncaları izlediğim o günleri hatırlarım.
Çocuklarımıza bu güzel duyguları yaşatamadığımız için de hüzünlenirim.
90 lı yılların meşhur şarkısı gelir aklıma.
Hadi gel köyümüze geri dönelim
Fadime nin düğününde halay çekelim.
Buralarda ağaçları kesmişler,
Yerlerine taş duvarlar dikmişler
Hadi gel köyümüze geri dönelim…