Endişeliyim, kafamda cevaplayamadığım sorular var.
Doğrusu ülkenin gidişatını iyiye yoramıyorum.
Sanki ‘sonu olmayan bir tüneldeymişiz’ gibi içimde bir his var.
Bardağın dolu tarafına bakmak istiyorum ama her nedense gözüm hep boş tarafını görüyor.
Felaket tellallığı yapmak, ülke gidişatına çomak sokmak veya karamsar bir tablo çizerek, varsa içinizdeki umut ışıklarını karartmak istemiyorum.
Ama içimde bir huzursuzluk var, akıl erdiremediğim gelişmeler yaşıyor ülkemiz.
Dünya’da bir çok devlet ekonomik sıkıntı içerisinde bocalarken, ülkemizde çoğu kesimin ciddi manada etkilenmemiş olması beni düşündürüyor.
Apo’nun Nevruz mesajı herkesim tarafından yorumlanmaya çalışılırken, birden bire ABD Başkanı Obama’nın aracılığıyla İsrail Başbakanının, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı telefonla arayıp özür dilemesi, zamanlama açısından size manidar gelmiyor mu? Bana öyle geliyor ki, birileri bize sahte bahar yaşatarak, hükümetin başarılı olduğunu gösterip, ülkemize son darbeyi vurma hazırlığında...
Tek taraflı kardeşlik adına hükümet tarafından yapılan girişimler netice verir mi bilmem ama doğrusunu söylemem gerekirse, ben hem endişeliyim ve hem de gelecek adına ümitsizim.
“Silahları bıraksınlar, başka ülkelere gitsinler”, bu çok safça ve günü kurtarmak adına yapılan bir yanlışlık gibi geliyor bana…
Silahlar eline tutuşturulan kesimin, bir amacı ve bir ideali var. “Silahları bırakın, ülkemizi terk edin” demekle insanların ideallerinden vazgeçeceğini sanmak safdillik olur.
Nitekim geçtiğimiz gün Diyarbakır’da yapılan Nevruz kutlamasında, bir tek Türk Bayrağının olmaması sizleri düşündürüp, endişelendirmedi mi?
Yetkililer eğer samimi iseler, bu mesajı iyi okumalı, ateşle oynadıklarının farkına varmalıdırlar.
Yaklaşık 80 yıldır ki; bunun 30 yılı silahlı mücadele ile geçen bir kesimin hedeflediği Kürdistan devletidir. Geçmişte söyleyemedikleri ve ne yazık ki şimdilerde aleni olarak söyledikleri, “Biz bu topraklarda oturuyorduk, siz Türkler gelip bizim topraklarımızı elimizden aldınız. Biz kendi toprağımızın mücadelesini veriyoruz” diyerek, kendilerini savunmakta, kendilerine göre haklılıklarını(!) dünyaya duyurmak için her türlü mücadeleyi vermekteler.
Bu hezeyanlar karşısında zaman zaman toleranslı davrandık, zaman zaman dişimizi göstermeye çalıştık ve zaman zaman da başka devletlerin istihbaratıyla, ‘sınır ötesi harekat’ diyerek boş dağları-taşları bombaladık ve 30 yıldır yanlış politikalar ve yanlış yönlendirmeler neticesi, ekonomi de belimizi doğrultamadığımız gibi, akan kan durmadı, şehit haberleri yüreğimizi dağlar oldu.
Şimdilerde ise bir başka senaryo ile karşı karşıyayız.
Başımızın belası Kandil gerçeğini hepimiz göz ardı ediyoruz.
Burada siyaset bilimci Gürbüz Evren’in yazdıklarına bir göz atalım;
“Sanılıyor ki, Kandil bir tek dağın adıdır. Oysa Kandil dağlar silsilesinin adıdır. Kandilde bilinen mağara sayısı binlerle ifade edilecek kadar çoktur.
Bu mağaralar da, düz duvarı andıran yalçın kayalıkların içindedir.
Kandil’in Türkiye sınırına en yakın bölgesi kuş uçuşu yaklaşık yetmiş kilometredir.
Kandilin üçte biri İran, üçte ikisi Irak topraklarındadır...”
Şimdi sıkı durun beyler bayanlar, aldatılanlar, uyutulanlar;
“...Kandil’in Irak tarafında, İran’a sınır olan bölge-sindeki altı köy, yaklaşık beş yıl önce Barzani tarafından kamulaştırılmış ve üç yıl önce de ABD askerlerine üs kurmaları için verilmiştir.
Ve şu anda o bölgede ABD askerleri konuşlanmıştır.
Bu askerlerin oradaki varlığı sadece İran’ı izlemek ve gözlemek olmasa gerek...”
Şimdi biraz daha sıkı durun.
“...ABD askerlerinin hemen yanı başında PKK’nın ana kampı, yani Murat Karayılan’ın bulunduğu kamp var. ABD, PKK’yı komşu olarak yanına niye almıştır?
Yani bir tarafta Irak, bir tarafta İran, bir tarafta ABD askerleri ve yanı başında da PKK...”
Siyaset bilimci Gürbüz Evren’in sözlerine burada nokta koyarken, bunca bilgiden sonra, “buyurun cenaze namazına, çık işin içinden” diyesim geliyor.
Şimdi anlıyorsunuz değil mi, ‘boş dağlar dövülüyor’ dememin nedenini?
Hal böyle, düşman burnumuzun dibinde, istihbarattan gelen bilgiler ABD onaylı. Ve ne yazık ki ABD ile PKK kandil de komşularmış!…
Haydi şimdi vur Kandili vurabilirsen.
Çok zor.
Çünkü bu seferde Irak ve İran’ın egemenliği gündeme gelecek. Diyelim görmezden geldik, az ilerledik. Bu seferde karşımıza PKK’nın komşusu ABD çıkacak.
ABD’ye kafa tutmak haddimize mi?
Bunlarla uğraşmaktansa, ‘Silahları bırakın, ülkeyi terk edin’ demek daha kolay yol olsa gerek.
Oysa, son birkaç aydır teröristlere karşı Askerimiz ve Emniyetin Özel Timleri tarafından yapılan ciddi operasyonlar, PKK’nın gücünü önemli ölçüde kırmıştı.
Terör bitme noktasına gelmişken, bazı güçlerin bir kez daha devreye girmesiyle, ne yazık ki yanlış enformasyon, yani yanlış bilgilendirme yapılmış, terörün ‘PKK’nın ve KCK’nın ülkeyi terk etmesi ile hallolacağı’ yargısına varılmış ve Başbakan Tayyip Erdoğan’a da bu fikir benimsetilmiştir.
Hey gidi günler heeyyy…
Nereden nereye geldik. PKK’nın adını bile anamayanların, şimdilerde Türkiye Büyük Millet Meclisinde tehditkar konuşmalarına göz yumulur, taviz üstüne taviz verilir oldu.
Apo isminin anılmasına bile tepki veren toplum, şimdilerde onun beyanatları ve direktifleri ile yatar, kalkar oldu.
Sahi, bu topluma yani bizlere ne oldu?..
Bir spor karşılaşması neticesinde sokağa dökülen halk, neden bu konuda duyarsız?
Bu duyarsızlık beni korkutuyor…
Kurbağayı sıcak suya atarsanız, anında tepki verir ve sıçrayarak kendisini haşlanmaktan kurtarır.
Aynı kurbağayı soğuk suya atıp, içinde bulunduğu suyu yavaş yavaş ısıtırsanız, birazdan haşlanacağının farkına varamayıp, rehavete kapılır…Su kaynama nokta-sına geldiğinde ise artık sıçrayıp kurtulacak gücü kalmamıştır. Bundan dolayı haşlanır gider.
Akıbetimizin, soğuk suya atılan kurbağaya benzeyeceğinden endişeliyim.
Bazı işler yavaş yavaş ama göstere göstere oluyor.
Temennim, son gelişmelerden dolayı evhama kapılmış ve bu yazıyı yazmış olayım…
Umarım, korktuğum başımıza gelmez…
Sözün özü, bana göre yapılanlar sadece ve sadece pansuman tedbirdir. Günü kurtarma adına sorunu ötelemedir. Ve daha hazin olanı ise, ağır darbeler yiyip sersemleyen teröristlerin, yeniden toparlanması için onlara verilmiş bir süredir.
Diyarbakır’daki Nevruz hadisesi her şeyi anlatmıştır..
Kendimizi kandırmayalım beyler…