Türkiye ve NATO
Genel olarak siyaset, ama daha çok da dış siyaset ile ilgili iki çok genel klişeden, sorgusuz sualsiz kabulden söz edebilirim. Birincisi, dış siyasetteki tavır ve tercihlerin seçmen tarafından değerlendirildiğidir. İkincisi ise yine dış siyasetteki tercih ve yönelimlerin büyük hesaplar ve halk kitlelerinin anlayamayacağı, dolayısıyla da bilmesinin gerekmediği karmaşık denklemler üzerinde kurulduğudur.
Bu iki noktayı biraz açayım. İhtimaldir ki sokağa çıkıp rastgele ve basit bir kamuoyu araştırması yapmaya kalksak, büyük bir çoğunluk sandık başına gittiklerinde oy verme davranışlarının siyasi parti ve liderlerin dış siyasetteki tercihlerinden etkileneceğini iddia edecektir. Halbuki iş dış siyasete geldiğinde genelde tercihi etkileyen basit ve hamasi sloganlardır, ki onların da etkisinin çok fazla olabileceğini düşünmüyorum. Seçmen kitlesinin çok büyük bir kısmının mukaddesatçı-muhafazakar olduğu Türkiye’de sloganik bir söylemle dış siyasette hiç risk almayabilir, ama sloganlarınızın pekala hilafına somut tercihlerde bulunabilirsiniz. Örneğin Filistin davasının hamisi gibi davranıp aslında hiçbir şey yapmıyor olabilirsiniz; buna rağmen söz konusu muhafazakar kitle nezdinde muteber kalmaya devam edebilirsiniz.
Türkiye’nin NATO macerası bu şablona aykırılık teşkil etmeyen basit örneklerden bir tanesi. Kendini reelpolitik dahi, iyi bir analist, dış politika uzmanı gören, sayanların dışında, hele de umuma açık yer ve kanallarda Türkiye’de NATO destekçisi gibi görülmek isteyen birilerinin olabileceğini sanmıyorum. Yani aslına bakılırsa, en azından görünürde Türkiye’de belirgin bir NATO karşıtlığının olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu karşıtlık rasyoneldir-değildir apayrı bir konu; ya da Türkiye’nin NATO üyeliği nesnel ölçütlerde gerekli midir değil midir sorusu da bir uluslararası ilişkiler hocası olarak en azından benim için cevabı kolay olmayan bir soru. Ama yine milliyetçi-mukaddesatçı-muhafazakar seçmen nezdinde NATO’nun en ufak bir meşruiyetinin olmadığı aşikar; onlara göre Afganistan’da, Libya’da ve bilumum Müslüman dünyada akan kanın sorumlularının başında geliyor NATO.
Peki nasıl oluyor da bu hakim görüşe rağmen Türkiye’nin NATO üyeliği temelinden sorgulanmıyor? Yer yer bu seçmen kitlesinin yüzeysel duygularını temsil ettiği belli olan tutarsız ve içi boş sloganlardan söz etmiyorum. Türkiye’de 2016 darbe girişimi bile NATO ve ABD ile ilişkilendiriliyor ise hiç olmazsa bu mihraklarla ilişkilerin gözden geçirilmesi gerekmez mi? Başka bir şey söyleyeyim: NATO önemli kötülük ve zulümlerin kaynağı olarak görülüyor ve Türkiye’nin NATO üyeliği bağımsızlık-istiklal ekseninde sorunlu görülüyor ise (ikide bir dile getirilen İncirlik üssünün kapatılması mavalını hatırlayalım) hiç olmazsa işaret ettiğim seçmen nezdinde NATO üyeliğinin bir hata olarak değerlendirilmiş olmasını beklemek gerekir. Ama böyle bir işaret görmüyoruz, üstelik Türkiye’nin NATO üyeliğinin, artık bir sömürü aracına dönüştüğünü düşündüğüm Menderes döneminde gerçekleştiğini sanki kimse ne bilmek, ne de hatırlamak istiyor. Bu karar gerekli miydi değil miydi meselesi değil işaret ettiğim, altını çizmek istediğim şey, yüzeyde bu kadar üst perdeden popülist bir meze yapılan konunun aslında esastan kimsenin pek de umurunda olmadığı.
NATO bağlamında kısaca ikinci klişeye değineyim. Görüşümü kısa ve net ifade edeyim: dış politika büyük hesaplar, karmaşık dengeler işi olmak zorunda değildir. Dahası, dış politika ve diplomasi kurumlarını işletenler, çoğu kere hepimize ayan olandan pek de fazlasına hakim değildirler. Yine zannedildiğinin aksine, dış politikada çok uzun vadeli (mesela 20 yıllık, 50 yıllık) planlar söz konusu değildir. Bu hem mümkün değildir, hem anlamlı ve mantıklı da değildir. Çoğu kere, dış politikada, kimsenin pek bilmediği, bilmesinde de hayır olmadığı vehminin yayılması ve hatta teşvik edilmesi aslında hesap verebilirliğin önüne geçmenin bir kisvesidir. NATO bağlamında konuyu düşünürsek, Türkiye’nin NATO üyeliğinde büyük dengeler, ince hesaplar yoktur. Bu bir tercihtir, basit bir tercihtir. Doğrusu şudur: bu tercih Türkiye için açık ve kabul edilebilir ise kamuoyuna da öyle sunulmak durumundadır; yok değil ise o zaman da NATO tercihinin esastan sorgulanması gerekir; ciddi ve tutarlı dış politik tutum böyle olur.