11.04.2021 18:31:00

1308

ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER HAKKINDA

ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER HAKKINDA

Uluslararası sözleşmeler hakkında

 

Türkiye’nin taraf olduğu bazı uluslararası sözleşmeler ile ilgili bir süredir farklı tartışmalar devam ediyor. Her ne kadar hükümetin resmi gündeminde olmadığı teyit edilse de Cumhuriyetin ilk dönemlerinde taraf olunan bazı antlaşmaların da dahil edildiği bu tartışmalarda benim dikkatimi çeken, üstünkörü ve abartılı özgüvenin yönlendiriciliği.

Görünen o ki bağımsızlık-milliyetçilik-ümmetçilik etrafında ayağı yere basmayan hislerin uyandırdığı coşku hem genel halk kitlelerinde hem de bazı medya organlarında aslı astarı olmayan ve bilgiden yoksun yorumları da beraberinde getiriyor.

 

Şunun farkındayım: Türkiye’de muhafazakar ve milliyetçi kesimlerin farklı bir bağımsızlık algısı bulunuyor. Her ne kadar daha seküler olsa da yine özünde milliyetçi ve devletçi kesimler için de aynı şeyi söylemek mümkün aslında.

Onlara göre bağımsızlık tek başına ve hiçbir yükümlülük altına girmeden var olma ve tarihten gelen bir üstünlük ve hakka sahip olma anlamı taşıyor. Bunun uzun uzun izahına girmeyeceğim, sadece bunun hem çok hatalı ve hem de gereksiz bir yaklaşım olduğunu söylemeliyim.

Mutlak bağımsızlık hem gerçek değildir hem de zaten ideal değildir. Bağımsızlığı nesnel olarak ilişkilendirebileceğimiz egemenlik ise bir devletin hareket kabiliyetini ifade eder ki bu hareket kabiliyetini anlatan en iyi seçenek uluslararası sözleşmelere taraf olmaktır. Kısaca, uluslararası sözleşmelere taraf olmak bir devlet için arzu edilir bir şeydir, bunda yadırganacak bir şey yoktur.

Bu elbette bir devletin her uluslararası sözleşmeye taraf olması gerektiği anlamına gelmez, ama özellikle çok fazla devletin taraf olduğu bir sözleşmeye uzak kalıyorsanız ya da uzak kalmak zorunda hissediyorsanız orada bir problem var demektir. Dünyadaki devletlerin çok büyük bir kısmının taraf olduğu ama Türkiye’nin taraf olmadığı BM Deniz Hukuku Sözleşmesini örnek vereyim.

Bu Sözleşmeye Türkiye’nin taraf olmamasının kendince sebepleri var, ama bu sebepler bile Türkiye için bir sorunun varlığını gösteriyor. Halihazırda devam eden Doğu Akdeniz ile ilgili sorunlar da dahil olmak üzere Ege Denizi’nde yaşanan sorunlar tamamen bununla ilişkili (Demek istediğim, Türkiye’nin Sözleşmeye taraf olması gerektiği değil, Türkiye’nin Sözleşme dışı kalmasının bağımsızlık ile izah edilemeyeceği).

 

Peki sözleşmeler ayak bağı mıdır? Genel itibarı ile bakarsanız, hayır değildir. Her ne kadar bir sözleşme bir devlet için yükümlülükler doğursa da aynı zamanda taraf devlet sözleşme çerçevesinde yetkiler de elde eder.

Ama bundan daha önemlisi, bir sözleşmeye taraf olmakla bir devlet kendi hukukunun sınırlarını genişletmiş, daha geniş bir hukuk sisteminin entegre bir parçası haline getirmiş olur. Bundan hem taraf devletin kurumları hem de vatandaşları faydalanmış olur ki bu bağlamda mesela Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi bir dizi örnek vermek mümkün.

 

Peki uluslararası sözleşmelerden çekilmek mümkün mü? Bunun düz bir cevabı yok. Genel kural olarak uluslararası sözleşmelerde süre ve çekilme ilgili hüküm bulunmuyorsa sözleşmelerin süresiz yapıldığı kabul edilir.

Dolayısıyla bu tür sözleşmelerden çekilmek ya da bu tür sözleşmeleri fesh etmek ya da sona erdirmek söz konusu değildir. Fesih ve sona erme ile ilgili hüküm içermeyen sözleşmelerin feshi ya da sona ermesi ancak sözleşmeler hukukunda belirlenmiş genel koşullar sağlandığında mümkün olabilecektir. Bunun dışında bir devletin keyfi bir şekilde bir sözleşmeden çekilmesi mümkün değildir.

 

Şimdi son dönemlerde tartışma konusu olan birkaç sözleşmeyi ele alalım. Aileye zarar verdiği tartışmaları ile gündeme gelen İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme hukuken mümkündü çünkü Sözleşme metni buna izin veren açık hükümler içeriyor.

Taraf olan devlet, bu hükümler çerçevesinde dilediği zaman Sözleşmeden çekilebiliyor. (Sözleşmeden çekilmenin siyaseten doğru olup olmadığı ayrı bir mesele—bence Sözleşmeden çekilmek doğru bir karar değildi).

Boğazlardan geçişi düzenleyen Montrö Sözleşmesi ise belli süreler sonunda ve belli koşullar çerçevesinde taraf devletin Sözleşmeyi fesh etmesini öngörüyor. Yani bu Sözleşme çekilmeyi düzenlemiyor ama taraf devlete fesih imkanı tanıyor. Ama medyada estirilen havanın aksine böyle bir tasarruf halinde her şey Türkiye lehine işlemiyor. Diyelim ki Türkiye’nin sözleşmeyi fesh etmesi halinde taraf devletlerle, yeni bir sözleşme yapmak adına yeniden müzakere şartı bulunuyor. Yeni koşulların ve hükümlerin nasıl oluşacağının bir garantisi bulunmuyor.

Gelelim 100 yıl sonra, 2023 yılında otomatikman ortadan kalkacağına dair şehir efsaneleri ayyuka çıkan Lozan Antlaşmasına. Lozan Antlaşması ne çekilmeyi ne de feshetmeyi düzenleyen hükümler içermediği için bu Antlaşmanın şu ya da bu tarihte sona ereceğini iddia etmek çok gülünç, daha da ötesi, cahilce. Böyle bir iddiayı destekleyecek tek bir done olmamasına rağmen bu iddianın bu kadar taraftar bulması ise çok ama çok şaşırtıcı.