9.07.2025 10:08:00

Yahudiler ve Osmanlı Hoşgörüsünden bir kesit

Yahudiler ve Osmanlı Hoşgörüsünden bir kesit

Yahudiler ve Osmanlı Hoşgörüsünden bir kesit

Gazze’de 2 yıla yaklaşan ve bölgede kendisine tehdit gördüğü toplam 5 ülkeye (Filistin, Lübnan, Yemen, Suriye, İran) cephe açan ve yeni cepheler açma tehditleri de savuran İsrail’in, dünya insanlığının şahitliğinde insanlık dışı acımasızlık, vahşet ve zulüm icraatlarıyla tarihin en zalimleri arasına girdiği kanaati yaygınlaşmış ve pekişmiş görünüyor.
Tarihte de günümüzde de (Suriyeli mülteciler örneğinde olduğu gibi) insanlık, şefkat, merhamet ve paylaşma kültürünün en güzel örneklerini sunan milletimiz ve devletimiz de mazlum ve mağdur coğrafyalara sahip çıkarak medeniyet mirasımıza en güzel örnekleri sunmuş ve sunmaya devam ediyor.
Tarihçilerimizden Mustafa Armağan’ın kaleme aldığı ve Gebze Belediyesi’nin yıllar önce hediye ettiği ‘Fatih Sultan Mehmet’ adlı hacmi küçük (68 sayfa, Türkçe ve  İngilizce) ancak değeri büyük eserin son kısmındaki ‘Fatih’in Hoşgörüsü’ bölümünü okurken dinimiz, kültürümüz ve ecdadımızın genelde diğer din saliklerine özelde de Yahudilere yaklaşımına olan yüksek seciyesi bir kez daha dikkatimi çekti. (Ara başlıklar bana aittir)

Diğer dinlere saygının dinimizdeki yeri

‘Bir hristiyanın ve musevinin bir müslümanla diyaloğa girmesi kabulü hiç de kolay olmayan bir hadisedir. Bu durumda bir musevi ve hristiyanın pek çok ilkesinden taviz vermesi gerekir. Müslüman içinse durum tam tersidir. Onlar bizim Peygamberimizi kabul ettiklerinde dinlerinin dışına çıkma riskini taşıyorlar. Biz ise onların peygamberlerini kabul etmediğimizde dinimizin dışına çıkıyor, hatta imanımızı yitiriyoruz. Bu kadar eskin bir zıddiyet vardır arada.
..Bugün Osmanlı'da hoşgörü diye sık sık tekrarladığımız olgu, zaten hukuki olarak İslam'ın müslüman yönetici ve birey üzerine yüklediği dini bir yükümlülükten başka bir şey değildir. Yani Bir müslüman başka türlü yapamazdı. Bu özel bir müsaade, bir izin, bir ruhsat değil, diğer inançların yaşamasını teminat altına alma yönündeki dinin bir buyruğunun yerine getirilmesidir.’ (s.52-54)

Mazlumların koruyucusu Osmanlı farkı

‘..Başka ülkelerin mesela Safevi İran'ının veya Katolik İspanya'nın farklı mezhep ve dinlere karşı sergiledikleri katı muamele ile kıyaslandığında Osmanlı'nın çok daha hoşgörülü bir devlet olduğu ortaya çıkar. Aynı çağlarda herhangi bir Avrupa ülkesine gitme imkanınız olsa mesela Yahudilerin şehir dışında kurulan gettolarda yaşamaya mahkum edildiklerini şehre girme ve çalışmalarının özel izne tabi olduğunu görürdünüz.1789 Fransız devrimine kadar da bu durum büyük ölçüde devam etmiştir.
Avrupa'da 15 yüzyıldan 17 yüzyıla kadar devam edecek olan mezhep savaşları St.Barthelemy katliamı, Huguenot’ların kaçışı Almanların (Habsburgların) Çeklerin dil ve dillerini değiştirmek için giriştikleri operasyon iyi bilinir. Bir örnek olarak zikredelim: 17. yüzyıl ortalarında yapılan Akdağ  (White Mountain) Savaşından sonra Almanlar Çekoslovakya’yı işgal etmişler, Çekçe kitapları meydanları yığdırıp yaktırmışlar, din adamlarını ya Protestan olmaya ya da sürgüne gitmeye zorlamışlar, aydınları da acımasız bir şekilde idam etmişlerdi. Ancak yurt dışına kaçanlar hayatlarını kurtarabilmişlerdi.
Hatta Osmanlı yönetimi ülkede hoşgörüden uzak bazı olayları duyduğunda Fransa'ya Avrupa dengesinde destek verdiği, yardımda bulunduğu için kendini sorumlu hissetmiştir Nitekim Kanuni'nin farklı din mensuplarına karşı daha insanca davranılması yönünde Fransa Kralına yazdığı bir uyarı mektubu da mevcuttur. (Biraz basitleştirerek söyleyecek olursak o zamanlarda İnsan Hakları İzleme Komitesi’nin yıllık raporları Avrupa'da değil, bizde tutulurdu.’

Fatih’in dahli

Yazar devamla şöyle diyor: ‘Mesela 1470 yılında Bavyera Yahudilerine yönelik zulümlere Fatih Sultan Mehmet'in müdahale ettiğini biliyoruz. Bavyera Kralı 10.Ludwig’e bir mektup (name-i hümayun)  göndermiş bunun üzerine önce İtalya kıyılarına getirilen Bavyeralı Yahudilerin çoğu Osmanlı gemileriyle İzmir'e nakledilmiştir. İşte İzmir Yahudilerinin çoğu bu acı göçün kalıntıları olarak 20. yüzyıl başlarına kadar varlıklarını sürdürmüşlerdi.
Dolayısıyla Sultan 2. Bayezid döneminde, 1492 yılında İspanya Yahudilerinin yani Seferadların Osmanlı ülkesine davet edilmesi ne bir istisnadır, ne de ekstra ya da tuhaf bir tutumdur. Aslında Osmanlı topraklarına 17. yüzyıla kadar aralıklarla devam etmiş olan bir Yahudi göçü vardır. Nitekim 2.Abdülhamit döneminde Siyonistlerin Filistin'de bir toprak satın alma taleplerinin altında da bu geleneksel hatıralar yatmaktadır. Yahudilerin Avrupa'da ne zaman başları sıkışsa en müşfik kuşak olarak gördükleri Osmanlı yönetimine sığındıklarını biliyoruz. Nitekim 19. yüzyıl gibi geç bir dönemde Macar ve Polonyalı mülteciler, sığınacak ülke aradıklarında Osmanlı'dan başka sahip çıkacak babayiğit bulamamışlardı.’(s.58-62)
Benzer hoşgörü uygulamalarının ve kapı açma yaklaşımının Osmanlı bakıyyesi Cumhuriyet döneminde de devam ettiğini biliyoruz. Biz bize düşeni onlar da tiynetlerinin gereğini yapmış ve yapmaya devam ediyor. İnanıyoruz ki iyilik ve insanlık gösterenler  dünyada da ahirette de kazanacaktır.