30.10.2025 00:55:00

Zeytin Dağı’ndan yansıyanlar

Zeytin Dağı’ndan yansıyanlar

Zeytin Dağı’ndan yansıyanlar

Yedek subay/İhtiyat subayı olarak katıldığı 1. Dünya savaşında 4. Ordu komutanı Cemal Paşa’nın yaveri/emir subayı olan, meşhur ‘Çankaya’ kitabının müellifi, uzun dönem (1922-1950) milletvekilliği de yapan gazeteci ve yazar Falih Rıfkı Atay’ın (1894-1971) Suriye-Filistin-Hicaz cephesindeki olayları (1915-1918) konu aldığı ilk yayınlanan (1932) ‘Zeytindağı’ adlı eseri, tarih, siyaset, hatırat ve hadiseler yanında muhtelif ifşaatlarla dolu bir kitap. Bu ayki okumalarım içerisinde bölgeyi, dönemi ve günümüzü daha iyi anlama adına yazarın meşhur kitabını ele aldım, inceledim.
Dört yıllık vazifesinin mahsulü olan eserine Kudüs’le özdeşleşen Arapçası Cebelü’z-Zeytun olan Zeytun dağı’ndan mülhem olarak bu adı veren yazar, Osmanlının son gençleri olan kendisinden Cumhuriyet devrinin ilk gençlerine dönemin hadisatını anlatmak istediğini beyan ediyor.(s.9)

Almanya faktörü

İttihat Terakki macerasıyla Almanlarla ortak girdiğimiz savaş münasebetiyle karargah Kudüs’te ve izlenimler Zeytindağı tepesindeki Alman misafirhanesine ulaşmakla başlıyor. Falih Rıfkı, genç bir gazeteci olarak dışarıdan yaptığı gözlemleri de dile getiriyor ve Almanların Anadolu’da ve bu cephede nasıl bir maksatla çalıştığını gördükçe ‘Zafer bile neye yarayacak ki’ düşüncesine kapılıyor. (s.32)
‘Seferberliğin ilan edildiği Cihan harbinin çıktığı hengamda (1914) ‘İstanbul’u düşündüren üç şey vardı: Rus düşmanlığı, Alman gücü, İngiliz yenilmezliği! Eğer İngiltere olmazsa, Almanya’nın Rusya ve Fransa’yı birkaç hamlede dağıtacağından kimsenin şüphesi yoktu. Harbi bir çıkmazlığa mahkum eden İngiltere, bizi açık onların cephesine yaklaştırmayan da Rusya idi. Almanlarla birlikte savaşa girdik’ diyor ve bu Osmanlının son genci askerlik davetleri ellerinde son bir alem yapmak üzere Tepebaşı’na gittiklerini söylüyor, (s.34)

Kutsala saygı dili sorunlu

Yazarın dönemin şartlarından, yanlış kararla Almanya ile savaşa girmemizden ve bölge halkının muhtelif sorunlarından yakınırken kendisindeki moral değerlere zaafını hissettirecek beyanlarına şahit oluyoruz. Dilinde kendisinden beklenmeyen bir yavanlıkla  ‘Muhammed’in Mezarı’ (s.59) bölümünde Medine’yi ve Efendimizin kabrini ziyaret faslını başta yolculuk olmak üzere eleştirel, sıradan anlatış üslubu, bana laubali geldi ve hep olumsuzlukları serdedişi insanda nefret hissine vesile olacak tarzda anlatması tuhafıma gitmedi değil. Aynı soğukluğu ‘İsa’nın Mezarı’ (s.66) bölümünde de hissettim diyebilirim. Çünkü anlatımına göre iki tarafın ziyaretçileri de aç, sefil, nezaket ve nezafetten uzak.

Askerler arası sorunlar

İltimaslardan, ordu içi çatışmalardan, (Cemal-Enver-Talat Paşa’lardan) birilerinin adamı olma hastalığından ve kendisine de Cemal paşa’nın adamı damgası vurulmasından yakınan (s.37-41) yazar, bulunduğu coğrafyayı (Filistin, Lübnan, Suriye, Mısır) tanıtırken bir taraftan iftihar ediyor, diğer taraftan beklediği gibi Türk hakimiyetinin olmayışına hayıflanıyor. Sokaklarda turist gibi dolaşmaktan bahsediyor. ‘Her şey Arapların ve başka devletlerin, diyor.

İmtiyazlı sınıf azınlıklar ve bölgede dönem sorunları

Yazar, bölgede Osmanlı devletinin imtiyazlı sınıfının azınlıklar olduğunu belirterek, ‘buraları ne sömürgeleştirmiş ne de vatanlaştırmışız, Osmanlı buralarda tarla ve sokak bekçisi’ diye eleştiriyor ve küçümsüyor. Hatta ‘medrese ve şuursuzluk devam etmiş olsaydı, araplığın Anadolu yukarılarına kadar gireceğinde şüphe yoktu’ diyebiliyor. Anadolu’yu tahkim edip güçlenmek, zengin ve batılı olup ondan sonra taşmalıydık şeklinde görüş beyan ediyor.  (s.42-43) Bölgede arap meselesi sorunundan bahseden, Arap hilafeti peşinde koşan bir takım Müslümanların olduğunu, hristiyanlık, Yahudilik, şeriflik, Vehhabilik meselelerinin daha azılı olduğunu kaydeden yazar, ‘Biz çıktık, nifak bütün Akdeniz, Kızıldeniz ve çöller boyunca yanıp durmaktadır’ diyerek bir gerçeğe parmak basıyor. (s.46)

Kudüs /Filistin tesbitleri

Kudüs hristiyanları Ortadokslar Petersburg, Protestanlar Berlin, dinsizler Paris, Katolikler Roma, Anglikanlar Londra’nın politik meselesi olduğunu ve kiliselerde her nesnenin ayrı bir millete ait olması çatışma meselesi olduğunu kaydeder. ve ‘Kudüs’ün yerli meselesi Yahudi-Arap meselesi: Bir avuç Yahudi ve altıyüz bin arap’ diye resmeder.
İngiliz, Alman Yahudilerinin Kudüs ve çevresini imar ettiğini, Avrupai bir hayatı canlandırdıklarını dile getirir ve Arapların onlara hizmetçilik yaptığını anlatır.(s.67, 69) Siyonist sömürgeciliğin arap nüfus üzerindeki etkilerinden dert yanar, onların kendilerine de portakalların en olmuşunu ve şarapların en eskisini ikram ettiklerini söyler, yeni Filistin'de Almanca, İngilizce ve Fransızca konuşulduğunu ama Yahudilerin dili ibranice, devletin dili Türkçe ve çoğunluğun dili Arapça’nın etkin olmadığından ve üstelik casusu yuvası olmasından şikayet eder (s.70-71)
Gazze/Filistin cephesinde savaşırken çölün İngiliz hakimiyetinde olduğunu, asker azlığını, bedevi Arapların yolkesiciliğini, su, yiyecek ve yakıt sıkıntısı, açlık ve kıtlık derdini dile getirir (s.77) Paşalar arası hesaplar (s.87-89), sürgünler, garaz, kin, hınç ve öçlerin kurbanları, herkesle iyi geçinip kim kazanırsa onun hissesinden istifadelenme havasındaki yarı bağımsız aşiretler, şeyhler ve emirler, isyana mani olmak üzere verilen keseler dolusu maddi bağışlar, (96-98) bürokrasi,  yazarın bölge sorunları olarak dile getirdikleri arasındadır.        

Gazze/Filistin cephesi ve Osmanlı askerinin tünelleri

Çölde İngiliz hakimiyeti, bedevi Araplarının soygun faaliyetleri ile asker azlığı, yakıt ve yiyecek kıtlığı gerçeğini aktarıyor (s.77) Askerdeki nişan ve madalya kıskançlığını da işliyor. 
İngilizler..Gazze ordusuna iki defa taarruz ettiler. Denizden büyük gemi topları şehri kaç defa hak ile yeksan etti. Harap olan Gazze on defadan fazla harple yıkılmış, yeniden yapılmıştı. Kum, arkası ve önü portakal bahçeleriyle çevrili (s.151-152)
‘Mantartepe denen bu toprak çıkıntısı, Gazze muharebelerinde unutulmaz bir isim bıraktı. Cephemizle karşı cephe arasında en elverişli tarassut yeri burası idi. Arap mezarlarının altında sekiz tünel deldik, cesur tarassut zabitleri bu tünellerden geçip top ateşlerini idare ediyorlar...
 ‘Bir topçu subayı ile bir telefoncu nefer arasına kopan bir telefon teliyle canlılara bağlıydı. Bazen yıkılan toprak tünel ağızlarını kapıyor zabitle nefer nefeslerini boğan bu dar kanalın içinde menfezleri yeniden tırnaklarıyla açıyordu. Bir tarassut mevkii büsbütün yıkıldığı zaman toprakların altında saatlerce el ve vücutla uğraşıp diğer mevkiye geçmek lazımdı. Onlar hiçbir gün bu cehenneme isyan etmediler. Dünyanın en büyük itidalıyile üç gün üç gece 2. Gazze harbinin batarya ateşlerini idare ettiler.’ (s.154)

Suriye’de

Halkta kağıt para ve gümüş-altın para uzlaşmazlığı, tren yolculuğuna rağbet, isyana karşı tedbirler sadedinde Dürzi şeyhlerine ve çöl Araplarına nişan, hilat ve altın dağıtımını dile getirdikten sonra ‘Büyük Harpte Osmanlı hazinesinin büyük kısmını çöl ve urban (çöl bedevi arapları) yemiştir’ menfaati olan her güce hizmet eder vasıftakiler için ‘Hele çöl bedevilerinin altın ve kıymetli taştan başka dinleri yoktu’ diyor. (s.80-81) Yazar, ayrıca açlık, kıtlık, bu yüzden ölümler ve cephe gerisi ızdırabı da dile getiriyor (s.82-84)

Ve Kudüs düşüyor

Çölde, Kanalda, Suriye Filistin cephesinde Çanakkale’den, Kafkasya’dan, Irak’tan artan son Anadolu askerlerinden kahramanca vuruşan askerlere rağmen karargahta Kudüs’ün İngilizlerin eline geçmesi göz yaşlarına sebep olur. Ardından Şam’a, Beyrut’a Haleb’e göz yaşları eklenecektir. Kafalarda bu kumarda kaybedilenlerin muhasebesi ve biz bu savaşa neden girdik soruları..kırılan Mehmetçiklerin hüznü…
Daha önce kaleme alınan Çöl Destanı ile Ateş ve Güneş eserleri de eklenen, Türklerin bölgeye çok büyük hizmetleri olduğunu hatta Anadolu’dan daha fazla eğilindiğine yönelik hizmetlerini de kaydediyor. Maneviyatı neredeyse hiç sönmeden son gücüne kadar savaşan askerlerin kahramanlık destanlarına rağmen..

Hata muhasebesi ve Görevini yapma rahatlığı

Birkaç devlet bir memlekette adam tüccarlığına başladığı zaman altına avuç açanlar çok olur. Fakat bunları ciddi bir hareketin şefleri diye saymak doğru değildir. Biz bu hatada bulunduk.
İngilizler, Ruslar, İtalyanlar ve Osmanlılar arasında Suriye, Filistin ve Hicaz işlerini en az bilen ve anlayanlar sonuncular yani bu kıtaların asıl sahipleri olmuştur. Her tarafı top arabası ile geziyor ve hırsız memur kafasının tası içinden seyrediyorduk (s.46)
‘Medine, kum ufukları rengarenk taşdağlar, Mekke'ye giden çöller, Cidde’ye Necde Şam mamurelerine giden bitmez tükenmez çöller arasında taş evlerden ibaret bir yerdir. Kalbini dökmek için dili olmayan saf ve bütün kahramanlar gibi sessiz Anadolu, kanını dökerek peygambere aşkını anlatıyor. (s.162)