İlk yazım yayınlandıktan sonra, gerek sosyal medyadan gerekse telefonumdan tarafıma ulaşan tebrik çağrıları, kutlama mesajları, ‘yazmaya devam et’ iletileri, kalemine kuvvet, okuyucularına bereket yorumlarından bolca aldım. Beğeni ve tıklanma sayılarına bağlı kalmaksızın, mavi renkli kalemin boş beyaz kağıtla sözleşip, her defasında farklı saatlerde farklı yerlerde buluşmalarının hemen akabinde oluşacak sıcak dostluk, çaylı sohbet eşliğinde devam ettiği sürece sizlerle paylaşıma açılacak yazılarım yine yeniden, kısmetse.
Bu yolculuğumda bana eşlik eden başta siz değerli takipçilerime, köşe yazarları bölümünde bana yer açmayı uygun gören saygıdeğer Mehmet Hanefi Yıldırım’a, bu platformun tanıtımına vesile olan kıymetli Müjgan Sonuç’ a şükranlarımı sunuyorum.
Yarım kalmışlık hissine mi kapıldı ilk yazım, nedir ‘Bir yanım eksik, tamamla beniii’ diye bilgisayarımdan bana seslendiğini işittiğim anın şaşkınlığını bir çırpıda sindirip, kendisinin de içinde bulunduğu ‘Yazılarım’ adlı klasörü apar topar açtım. O an bir kez daha anladım ki yazılacak ne çok cümle, söylenecek ne çok söz varmış. Bir yazının kendisini duyurmak adına bu kadar çok gürültü çıkarabileceği kimin aklına gelir ayrıca?
‘ Kalemin kılıca olan tartışma(lı/sız) üstünlüğünün kılıcın yerini, önce topa, tüfeğe akabinde makineli ve tanka, daha sonra kimyasal, biyolojik silahlara nihayetinde de tabiri caizse p(l)andemiye bırakılmasıyla, el yazmalı savunma sanatı da uzaktan kumandalı klavye silahşörlüğüne dönüşmüş oldu’ hipotezini ortaya aktıktan hemen sonra, ikinci yazıma az biraz bilimsellik katma adına güncel bir örneklemeyle malum tezin ispatına geçmekte fayda var.
Hafta sonu telefonda görüşme fırsatını yakaladığım bir dostumla halleşip hatırlaşıp gündelik hayatın kritiğini yaptıktan sonra söz döndü dolaştı ilk yazı tebriği, derken sonraki yazıların devamının temennisine, ardından da sanırım aynı dertten muzdarip olmanın verdiği dayanışmayla yeşil meselesine dayandı. On dakika boyunca sorun olarak görülen olgular ile ilgili gerek yazarak çizerek gerekse konuşarak nereye kadar yol alınabileceğini sorgularken bulduk kendimizi. Eylem planının asıl sorumlularının resmi kurumlar olduğu konusunda ısrarcı davranan telefondaki ses, pek de haksız sayılmazdı. Hemen burada bir parantez açmak isterim. Hayatınızda diyaloglarınız esnasında sizi dikkatle dinlemeyi bilen, birbiri üzerine konuşmamayı ilke edinen arkadaşlar biriktirdiyseniz gerçekten çok şanslısınız. Konu doğa katliamı olur da sohbet biter mi, hele ki yeşil Bursa’nın içine doğmuşsanız. Çevre bilincini dilinden, kalemi elinden düşürmemeye söz vermiş eğitimciler olarak uzlaşmanın verdiği huzurla varılan sonuç, her sorumlu vatandaşın yazmazsa olmazı yönünde netleşti. İlgili makama elektronik ortamda ileteceğimiz talep dilekçemizi çok da küçümsemeyelim. Resmiyete önem verenlerdenseniz, mavi dolma kalemli, tarihli, ad soyadlı, ıslak imzalı el yazması bir başvurunun elden ya da postayla gönderiminin tercihi size kalmış. İnanın bağlı bulunduğunuz yerel ya da büyükşehir belediyelerine ulaşan başvuru sayısı, bugünkü taleplerimizin nefes alınabilir yarınlara dönüşmesine yardımcı olacaktır. Reklam panolarında takım elbiseli görsellerin lanse ettiği ‘Biz yaptık, yapıyoruz, yapacağız’ projelerinin birçoğunun sermayesi her yıl mayıs ve kasım aylarında hepimizin ödediği emlak vergilerine yüklenmişse, yaşarken bir dikili ağaç istemişimiz çok mu?
Kıssadan herkese payına düşen hisseyi almak nasip ola… Ben ‘Canım, ciğerim..’ diyorum, sen ‘taş duvarlar diyorsun. DEME! Ben ‘Ya gelecek nesiller?’ diyorum, sen ‘Benden sonrası tufan.’ diyorsun. DEME! Ben ‘Yaşam kaynağım, havam, suyum diyorum’, sen ‘’Çölde maskeli balo’ diyorsun. DEME! Ben ‘Yeşil doğa için el ele’ diyorum, sen ‘Beton, AVM, halı saha yeter bana’ diyorsun. DEME!
Ben, Sen, O = Biz yazmayacaksak, kim yazacak? Biz demeyeceksek, kim diyecek? Biz dikmeyeceksek, kim dikecek? Kesilenin yerine yenisi, kesiliyor olanın yerine yenisi, kesilecek olanın yerine yenisi ile başlamayı akletmemek olur mu? ‘Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur’ misali taklitle, yaşken eğilir, yaprağıyla gürleyen yeşile evrilir insan.
Ne zaman aslında BEN=SEN’in farkındalığının idrakiyle, bu bedeninde sınırlı sayıdaki nefesini hem kendin hem de toplum yararına olacak şekilde beyhude harcamamaya odaklandın, işte asıl o zaman susmaz içindeki çocukluk çağında en sevdiği ağaçtan en az bir kez düşmüş o ufaklık.
Ne mi söyler? Dinle bak.. ‘__________________________________ .’ (Söz dizimi herkesin kendi iç sesine bırakılmıştır. Yorumlar kısmına, size seslenen minik sizin, fısıltılarını paylaşırsanız, sevinirim)
Her şeyi yönetimden bekliyorsan, kolları sıvayıp senin de elini taşın altına koyma zamanı. Olmadı mı, hazır kolları sıvamışken işe saksından, balkonundan, kendi kapının önünden, komşunun bahçesinden ya da sana en yakın parktan başlama zamanı. Bu da mı olmadı? Kafanda özene bezene yarattığın projeleri uygulamaya koyma zamanı. Dostumun hayalinin gerçeğe dönüşmesine bu yazının vesile olması temennim. İşte patenti kendisine ait o polin: Yerel yönetim ya da büyükşehir belediyesinden mini bir alan talebiyle atılan ilk adım sonrasında, yeşil severlerden oluşacak çalışkan bir ekibin sürüm, ekim, dikim faaliyetleriyle toprağa tutunma macerası… Kulağa hoş geliyor, değil mi?
Yazı yazıda, söz sözde kalmasın istiyorsan; yeşil aktivisti olmaya ne dersin? Yılan sana dokunmadı diye yaşasın mı bin yıl? (mecazi anlamda) DİKKAT! Doğa dostu var.
Okuduğunu anlayana, dinlediğini işitene, ağacın ucuna değen yele, güzel kişiye değen söze DOKUNMA!
İçimde hala bir alev, durmak bilmeyen bir yangın, kül olmuş ormanlar, yanmak üzere olan bir evim var!
Hatırlatma: Sana en yakın gelecek neslin olan evlatlarına ve torunlarına bırakabileceğin en değerli miras yerli tohum. Geç de olmasın, güç de!