Filistin Allah tarafından Yahudilere mi verildi?
Arz-ı Mukaddes / mukaddes-kutsal topraklar (el-arz’ul-mukaddese), içinde Beytü'l-makdis’in (Kudüs’ün) de yer aldığı Filistin topraklarına verilen addır. Buralar, Kur’an'da belirtildiği üzere (İsra-1, Enbiya-71) etrafı mübarek kılınan bereketli mekanlardır. Hem maddi hem manevi nimetler bahşedilmiş bölgedir. Hz. İbrâhim ve sonraki peygamberlerin çoğu buralarda hayat sürmüş ve vefat etmiştir. Ancak Siyonist Yahudiler bu mukaddes toprakların kendilerine vaat edilmiş olduğunu, kendilerine has kılındığını savunmaktadır. Hakikaten arzı mukaddes Yahudilerin midir, onlara mı verilmiş, onlara mı hasdır? Bu konu üzerinde yoğunlaşalım:
Yahudiler ve Arz-ı Mev’ûd hikayesi
Kerim Kitabımızda (Maide 21’de) Musa as’a atfen ‘Ey kavmim! Allah’ın sizin için (vatan olarak) yazdığı kutsal topraklara girin, sakın geri dönmeyin, sonra kaybedenler siz olursunuz’ dediği bildirilir. Ayetin tefsirinde (Kur’an Yolu Tefsiri, DİB yay. c.2, s.246) şöyle anlatılır:
‘Arz-ı mev‘ûd (vaad edilen topraklar) adıyla da anılan bu yerler, Kitâb-ı Mukaddes’e göre Hz. İbrâhim ve onun soyundan gelenlere verileceği Tanrı tarafından vaad edilmiş olan (Tekvîn, 17/8) bugünkü Filistin toprakları olup burası ‘içinde süt ve bal akan ülke’dir; bütün memleketlerin süsü olan vatandır (Çıkış, 3/8). Sınırları Akdeniz’den Fırat’a, Sînâ yarımadasının güneyinden Lübnan’ın kuzeyine kadar uzanır. Bu topraklara ebediyen mirasçı olmanın birçok şartı vardır (Hezekiel, 20/6-26; Tesniye, 32/29); bunların başında Allah’a verilen sözün yerine getirilmesi gelmektedir. Diğer taraftan ilâhî emirlere uymak, peygamberlerin yolunu izlemek, hak ve adalete riayet etmek; garibi, öksüzü mağdur etmemek, suçsuz kanı dökmemek uyulması gereken kurallar arasındadır. Eğer İsrâiloğulları Allah’a verdikleri sözü tutmazlarsa arz-ı mev‘ûddan mahrum kalacak ve lânetleneceklerdir. Nitekim yahudiler Hz. Mûsâ döneminden itibaren tarih boyunca Allah’a verdikleri sözü unutmuş, ahdi bozmuş ve O’na isyan etmişlerdir. Eski Ahid, onların Tanrı’ya isyan edişlerinin hikâyeleriyle dolu olup bu isyan ve günahları yüzünden yahudiler, milâttan sonra 70 ve 135 yıllarında Romalılar tarafından Filistin topraklarından atıldıktan sonra hep o topraklara dönme hayaliyle yaşamışlar, zaman zaman Mesîh iddiasıyla ortaya çıkan kişiler de bu duyguyu tahrik etmişlerdir. Siyon dağı ile sembolleşen Siyonizm hareketinin ana hedefi de yahudileri, vaad edilen bu topraklara tekrar kavuşturmaktır. Günümüz İsrail Devleti’nin siyasî yayılmacılığının temelinde de, arz-ı mev‘ûdla ilgili dinî motif bulunmaktadır.’
Mısır’dan Filistine yolculuk emri ve cesaretsiz topluluk
Bilindiği üzere İbrahim as’ın oğlu İshak’dan torunu olan, ‘İsrailoğullarının atası Hz.Yakup as Filistin’de yaşamıştı. Kendisi de bir peygamber olan oğlu Yusuf ’un (çeşitli imtihanlar atlattıktan sonra yetkili bir mevkie gelmesi sonrasında) talebi üzerine Mısır’a yerleşmişlerdi.
Cenab-ı Hak, aradan geçen yıllar sonrasında Fir’avun zulmüne maruz kalan İsrailoğullarını maruz kaldıkları bu esaretten kurtarmak üzere Musa as’ı peygamber olarak gönderdi. Esaret ve kölelik ruhu içlerine işlemiş, şahsiyet ve karakter değişimine uğramış kavim, arzuları olan ata yurtlarına dönmek üzere Musa as öncülüğünde zorlu yolculuğa koyuldular. Sînâ çölüne geldiklerinde 12 boydan birer temsilci seçilerek keşif ve istihbarat çalışmasına çıktılar. Filistin’in (Amâlika ve Ken‘anlılar/Amelikliler ve Kenaniler de denilen) güçlü kuvvetli bir devletin / milletin toplulukların hakimiyetinde bulunduğunu öğrendiler. (Maide-22) Hz.Musa’nın heyetten bu bilgiyi halk üzerinde olumsuz bir hava oluşturmaması için yaymamalarını istedi. İkisi (rivayetlere göre Kaleb ile Yûşa‘ b. Nûn) hariç bu bilgiyi paylaştılar.
Vefasızlık ve güçlü kavimden korktular
Bu bilgiye aşina olan halk psikolojik olarak yıkıldı, cesaretleri kırıldı ve Hakkın değil, güçlünün üstün geleceği vehminden kurtulamadılar ve Musa as’ın savaşa davetine –düşman ne kadar güçlü de olsa- samimi iki cesur kabile temsilcisinin de savunduğu İsrâiloğulları’nın fethe mazhar olacağı, Beytülmakdis’e girebileği, zafer için sefere çıkmak gerektiği fikrine, yalvarma yakarma gayretlerine rağmen Allaha güvenin ikazına ikna olmadılar. (Maide-23)
Dini ve milli duruşları zaafa uğrayan İsrailoğulları gevşediler, bedel ödemekten kaçındılar, fedakarlıktan çekindiler, cihaddan imtina ettiler. Etmekle kalmayıp isyan ederek ‘Sen ve Rabbin gidin savaşın’ (Maide-24) deme kabalığında bulundular. İtaat ve teslimiyet düsturunu unutarak, adeta Yüce Allah kudretiyle ve peygamber de bir mucizesiyle düşmanı/tehlikeyi bertaraf etsin beklentisine girdiler.
Yani kendilerine peygamber ve kitap gönderen, Firavun’un zulmünden kurtaran Mûsâ as’a ve onu gönderen iradeye / Cenab-ı Hakka saygısızca davranmış vefasızlık örneği göstermişlerdi. Onları savaş ve direnişe teşvik eden o iki samimi mümini de dinlemediler. Atayurtlarında karşı koyamayacakları, karşılaşmayı göze alamayacakları işgalci güçler/zalimler bulunduğu sürece ve oradan düşmanlar çıkmadıkça oraya girmeyeceklerini söyleme cehaletini gösterdiler.
Sahabe teslimiyetinden örnek
Nitekim benzer bir olay Bedir Savaşı öncesinde Kureyş müşrikleriyle savaş ihtimali belirince görüşlerini soran peygamber efendimiz Hz.Muhammed'e (sav) sahabeyi temsilen ensâr (Medineli müslümanlar)dan Mikdâd b. Amr el-Kindî, müminleri temsilen ‘Ey Allah’ın rasülü! Biz sana İsrâiloğulları’nın Mûsâ as’a dediği gibi demeyiz’ diyerek rahatlatmış; mümince duruşun, hakiki teslimiyetin, isyanın değil, itaatin ve samimiyetin örneğini sergilemişti.
Mahzun Peygamberin niyazı ve ilahi musibet
Filistin’e gitmemek ve savaşmamak için direnen kavmine hüzünlenen, isyanlarının cezasını göreceklerinden endişelenen Hz. Mûsâ, Rabbine şöyle bir niyazda bulundu: ‘Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık bizimle bu fasık/yoldan çıkmış kavim arasında sen hükmet” (Maide-25)
Allah da bu isyanları sebebiyle, fethe ve Allahın nusretine liyakat kesbetmeyen, samimiyet testini geçemeyen İsrailoğullarını 40 yıl Sina çölünde yaşamaya, yersiz yurtsuz bir şekilde şaşkınlıklar içinde geçirecekleri dar alanda mahrumiyet dolu hayata mahkum etti. Ayrıca yoldan çıkan böylesi insanlara da üzülmemesini bildirdi. (Maide-26)
İlahi va’di doğru anlamak
İlgili ayeti makalesinde işleyen bir hocamız (Kutsal Topraklar: Peygamberlerin Mirası, Dr. Hüseyin Arı, Diyanet Aile dergisi, Ekim 2025 sayısı, s.19) bakın neler yazıyor:
‘Yahudiler Tevrat'ta geçen bazı ifadelerden hareketle bu toprakların İsrailoğullarını Allah tarafından vadedildiğine inanırlar..ayette geçen ‘Allah'ın size yazdığı mukaddes topraklara girin’ (Maide-21) ifadesinden hareketle Kur'an-ı Kerim'de de buna işaret olduğunu iddia ederler. Halbuki müfessirler bunu iki şekilde yorumlamışlardır. Birinci yoruma göre bu ifade Allah'ın size girmeyi farz kıldığı yere girin şeklinde anlaşılmaktadır. Bu yorum dikkate alındığında bunun İsrailoğullarına yönelik şer’î bir emir olduğunu ve onların bu emre muhalefet etmelerinden dolayı cezalandırıldıkları anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu emirden Allah'ın İsrailoğullarına özel olarak bir yeri vatan kıldığı ve onlara burayı vadettiği sonucu çıkmaz…’
Layık ümmet olamadılar
Devamında da şu beyanlarda bulunuyor: ‘Allah'ın İsrailoğullarına bu vaadi, zamanlı ve şarta bağlıydı; yani erdemli ve düzgün yaşadıkları, Allah yolunda doğru dürüst yaşadıkları takdirde bu nimete nail olacaklardı. Yani bu ifadeden hiçbir şekilde bu bölgenin ilelebet onlara verildiği anlamı çıkmaz. Bu açıdan bakıldığında aslında Allah Teala o toprakları, Hz. Musa döneminde yaşayan İsrailoğullarına, peygamberlerine itaat etmeleri ve onun Allah'tan aldığı emirleri doğrultusunda yaşamaları şartıyla vadetmişti. Dolayısıyla bu topraklar İsrailoğullarına bir ırk olmaları hasebiyle değil, risaleti döneminde Hz. Musa'ya layık bir ümmet olmaları şartıyla dönemsel olarak vaat edilmiş topraklardı.
Nitekim Enbiya suresi 105’de genel olarak yeryüzüne- bir görüşe göre de kutsal topraklara- Allah’ın salih kullarının varis olacağı bildirilmektedir. Tarihsel olarak Müslümanlar da bu meseleyi böyle anlamış ve başta Filistin olmak üzere erken dönemlerden itibaren bir çok bölgeyi fethetmişlerdir.’
Üstünlük ırkta ve etnik kimlikte değil
‘Öte yandan Allahu Teala, yahudilerin iddia ettiği gibi hiçbir ırka ve etnik kimliğe seçkinlik vermemiş ve üstünlüğün yalnız Allah'a verilen söze bağlı kalmakla ve peygamberlerine tabi olmakla ilgili bir husus olduğunu beyan etmiştir. Zira Allah'ın Hz. İbrahim'e (as) ‘Ben seni insanlara önder yapacağım’ müjdesine cevaben onun ‘soyumdan da’ demesi üzerine Allah ‘Va’dim zalimleri kapsamaz’ buyurmuştur. (Bakara-124) Sonuç olarak ayetlerden anlaşılacağı üzere Allah'ın zalimlere yüzyıllardır kendi öz vatanlarında yaşayan müslümanları yerlerinden edenlere ve masumları hunharca öldüren siyonist güruha cehennem azabından başka bir vaadi yoktur. Allah, kendisi için mücahede eden peygamberlerin izinden giderek erdemli yaşayan ve zulmün ortadan kalkması için canla başa çalışan müminleri er ya da geç egemen kılacaktır.’
Müslümanlara mesaj ve alınacak ders
Onların Allah’ın Kur’an'daki beyanlarından ders alabilecekleri muamma! Ancak O’nun ‘Son mesajı’nı okuyan müminler, Allaha ve peygamberine itikat ve itaatte samimi olmak, Allaha ve peygambere işleri havale etmemek; Hidayetin, maddi ve manevi nimetlerin farkında olmak, kadrü kıymetini bilmek ve nankörlük etmemek; Gücün Allah’da olduğuna ve O’nun nusretiyle olacağına inanmak, layık olmaya çalışmak; Her daim din-ü devlet mülk-ü millet için fedakarlığa hazır olmak; Vefalı, takvalı, ihlaslı, samimi müminler arasında bulunmak, inhiraf etmemek, hidayetten sapmamak, isyan ve ihanet içinde olmamak..gerektiği gibi dersler çıkararak varis kalacak salih bir millet olmanın gayretindedirler.